Baskın Oran

Casanova’nın ilâcı

Yazarlar fena halde çâresiz kalmış vaziyette.

Susurluk olayı, Türkiye’nin bu hırsız ve katillerden temizlenmesi için elimize geçmiş en büyük, belki de tek fırsat. Onun için, sistem kendini en azından kısmen aşılayana kadar gündemde tutulması gerekiyor. Ama, insanlara gık dedirtmek korkusu da var. Bu çelişkiye ne çâre bulacağımız kafalarımızı çok meşgul ediyor.

Çâre derken, birdenbire, ilkgençliğimin unutulmaz dostu Giovanni Giacomo Casanova’nın herbiri 500’er sayfadan 6 ciltlik anılarında okuduğum, hârika bir çocuk düşürtme çâresi geldi aklıma. Size bugün onu anlatayım.

Ama bu enfes öyküyü hakketmek için, önce, siyasal sorunlarımıza önerilen çârelerden haberdar olup olmadığınızı gösteren iki yarışma sorusuna cevap vereceksiniz:

1) Saygıdeğer Bayan Çiller’in, kendisinin onca emekle kurduğu bütün düzeni altüst eden Susurluk olayına bulduğu çâreyi anımsıyor musunuz?

Hemen atlayacaksınız şimdi: İçişleri bakanı yaptığı mutemet hanıma emir verip, gariban (ve salatalık) Aczmendi tarîkatının lideri Müslüm Gündüz’ü (basılanı, basanı, bastırtanı ve baskını savunanları rezilrüsva edici biçimde) bastırtıp medyanın önüne kemik atar gibi atmaktı, bulduğu çâre.

Ama, Saygıdeğer Bayan’ın bunu yapmadan önce asıl hangi çâreyi denediğini unuttunuz! Şöyle demişti:

“Abdullah Çatlı ülkemiz için çalışmış, tetik çekmiştir, ASALA’yı da bitirmiştir. O bir kahramandır!”

Yazın bunu şimdi biyere. Gelelim diğer sorumuza:

2) Müritlerinin ve avukatlarının, zampara Müslüm Gündüz hazretlerini savunmak için hangi çârelere başvurduklarını TV’den dinlediniz mi?

Ben üç önemli cümle anımsıyorum. Bir: “Erkekle kadın arasındaki yaş tabusunu yıkmıştır”, iki: “Dinde cinsel arzularını bastırma tabusunu yıkmıştır”, üç: “Başkasının fenalığı yüzünden kızın kötü yola düşmesini nikâh kıyarak önlemiştir”. Bunları da yazın biyere.

Evet efendim, işte size 21. Yüzyılın hârika çâreleri. Yalnız, korkarım, Casanova dostumun 18. Yüzyılda uyguladığı çâre, Çiller’inkinin ve Aczmendilerinkinin yanında sönük kalacak. Ama anlatacağız demişiz bikez , dinleyin:

1725’te Venedik’te doğup da 1798’de Bohemya’da ölene değin Avrupa’nın yedi mahallesine dokuz (kaç dokuz!) tokmak sallayan (bu arada aynı işi Dersaadet’te de icra merâkından yeniçerilere “postu” deldirmekten ancak limandaki Venedik kalyonuna kapağı atarak -yaşasın kapitülasyonlar- kurtaran) dostum Casanova, piyasayı birbirine katan bir dilbere fena halde âşık olmuştur.

Belki de bu denli fena âşık olmasının sebebi, her canının çektiği erkeği biköşeye çekivermekle ünlenmiş hatunun, dostumun samimî arzularına râm olmaya bitürlü razı olmamasıdır.

Günlerden bigün, kadının süngüsünün pek düşük olması Casanova gibi bir kulağıkesiğin hemen dikkatini çeker. Bikaç yaklaşma manevrası sonunda da kadıncağızın dilini çözer: Şanssızlık bu ya, hatun “sefer”lerden bir seferinde bir kazaya uğramıştır.

Casanova’nın dostluğu tutar. Bu işleri yapan, tanıdığı bir ebe vardır. Ama kadın hıçkırmaktadır: “Denemediğim yöntem kalmadı, çok çâresizim, ölmekten başka çârem yok benim…”

Bu çâresizlik Casanova’nın kafasını çalıştırmasına yolaçar. Çok etkili hârika bir ilâç vardır. Çok nâdir bulunan bir tür balın içine, yine çok nâdir bulunan bitakım Hint baharâtı saat tam geceyarısını çaldığı anda karıştırılmak suretiyle imâl edilmekte ve hemen sıcağı sıcağına tatbik edilmektedir.

Hatun gözyaşlarını siler, “Tanrı aşkına söyleyin”, der, “bu malzemeyi nasıl temin edebilirim?”

“Çok zor.” diye cevap verir dostumuz. “Ama size olan aşkım sonsuzdur; ben bunları size bulmaya çalışacağım. Yalnız…”

“Yalnız?” diye atılır çâresiz güzel kadın.

“Şu ki, ilâcın yapılmasından çok, tatbiki nâzik. Tatbikatı iyi bilen, daha önce yapmış birini bulup yaptırabilirsiniz ancak. İlacın hiç hava almadan kadının rahminin tam ağzına ve bir erkeğin sıcak tohumuyla karışmış vaziyette sürülmesi gerekiyor…”

Lâfı uzatmayalım. Asır onsekizinci asırdır ve hâtun çâresizdir.   Yaşanmış öykü bu. Gerisini tahmin edebilirsiniz. Ama öyle hârika falan bulmamış olabilirsiniz, Casanova dostumun çâresini.

Hiç şikâyet etmeyin. Ben sizi uyarmıştım. Maksat tamamen aynı olsa da, 18. Yüzyılda bulunan çâreler, 21. Yüzyılın  teknolojisi karşısında tabii ki çocuk oyuncağı gibi kalacak.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı