O gece saat 04.00 suları.
03.00 gibi kağıtların başından kalkmışım, kafa dağıtmak için Kumbahçe barlarının önünü turluyoruz, artık yatmaya gidiyoruz, Robin Hood adlı diskoteğin önünde bir esmer güzeli, o gürültüde bir eliyle öbür kulağını tıkamış, ceple konuşmaya çabalıyor:
“Bu bir şaka mı, lütfen söyle. Şakaysa bizimkileri bu saatte uyandırmayayım, ödleri kopar”.
Haberin ciddi olduğunu söylüyorlar ki, çok telaşlı biçimde tuşlamaya başlıyor. Bir yandan da yanındakine: “İstanbul’da deprem olmuş” diyor.
Felaketi böyle öğrendik.
Öğlen kalktığımda, 07.42’de atılmış görünen tek bir İnternet mesajı mesaj buldum. Telefonlar kilitlenmeden önce yollanmıştı. Fakat 18 Ağustos günü bilgisayarımı açtığımda, her zaman en fazla iki-üç mektup olurken bu sefer sürüyle vardı. Bunlar, Ankara Üniversitesinin benim de üyesi olduğum Ank-Club adlı haberleşme listesine atılanlardı ve hepsi de depremle ilgiliydi.
Deprem felaketinin diyalektik olarak doğurduğu bir olumlu sonuçla karşı karşıya idik: Telefonların durumu berbat olduğu halde, bir öğretim elemanları ordusu İnternet’in başına geçmişler, elektronik ortamda haberleşerek ha bre yardım örgütlüyorlardı.
* * *
Mektuplar çok çeşitliydi. Sizin için kabaca bir sınıflandırma yapmaya çalıştım:
“Deprem Haberleşme Panosu” açanlar, başka deprem listelerinin adresini verenler, başta AKUT olmak üzere gönüllü yardım kuruluşlarının ne yardım istediğini haber verenler, bölgeye hangi malzemeleri götürmek gerektiğini sıralayanlar, tercüman ihtiyacı için telefon numarası verenler, kan bağışı kampanyasını duyuranlar, “3 ton çekebilecek bir roller AKUT tarafından aranıyor” deyip adres verenler, “Şu saatte şuradan hareket ediyoruz, paketiniz varsa getirin” diyenler…
20 Ağustostan itibaren, bölgeye gidenlerin tavsiyeleri başladı. Şunu yapın/yapmayın, şunları götürün/götürmeyin, gibi. Ermeni Patrikliği yardım topladığını ilan etti. Bozulacak yiyecek yollamayın kokuyor, dendi. Bir öğretim elemanı “156 milyon lira topladık, şuralardan şu malzemeleri aldık, şuralara şöyle dağıttık, verenlerin haberi olsun” diye hesap çıkartarak, o hengâme içinde saydamlık örneği verdi.
23’ünden itibaren, devletin ve özellikle de sağlık bakanının marifetleri sergilenmeye başlandı. “Artık o kadar şeyden utanıyorum ki” haykırışları duyuldu. Kimi televizyon sunucularının üslupları ortaya döküldü. Yine aynı gün “Kaybolan Yakınları Arama Adresi” verildi. 26 günü bir hukuk asistanı “Suç Duyurusu Dilekçesi” örneği yayınladı. “Tecrübeli Scuba Dalgıç Aranıyor” ilanı çıktı. Bunu, “Depremin Sonuçlarını Tanıma ve Hafifletme Kitapçığı” haberi ve “Vergilere Tepki Gösterin” izledi. “Dikkat: Bazı bankalar, yollanan paraları kendileri için repo yapıyor!” uyarısı çıktı.
Bunlar, deprem felaketinin, devletin apıştığı bir durumda Türkiye’ye kazandırdığı ve ilerideki felaketler için muazzam işe yarayacağı kesin olan bir ânında kendiliğinden örgütlenmenin öncüleriydi.
Aynı zamanda, sansürle önlenemeyecek bir muhalefetin müjdecileri…
* * *
Bu arada, yardım örgütleyenleri kısa bir süreyle de olsa sinirlendiren bir mektup atıldı listeye. Adı ve fakültesi lazım değil, bir asistan şöyle yazıyordu (imlasını düzelterek veriyorum):
“Nedir bu kardeşim? Aman ne kadar meraklısınız felaket tellalı olmaya, devletimizi küçültmeye ve bir kaşık suda boğmaya çalışmaya. Yahu, Allahın Takdiriyle bir deprem oldu. Herkes kan ağlıyor. Vay efendim Cumhurbaşkanı demiş ki, altımız çürük demiş. Yahu ne var bunda? Takdiri ilahi. Haa, önlem almayalım mı, tabii ki alalım. Ama sürekli devlete çamur atarak nasıl önlem alacağız, düşünmek zor vallahi”.
Bu mektup ortalığı karıştırdı. Bir öğretim elemanı yazıp sordu:
“Yazdıklarınızın ciddi mi yoksa şaka mı olduğunu ayırt edemedim. Kusura bakmayın. Ciddi olup olmadığınızı yazarsanız sevinirim”. Buna, muhteremden şu yanıt geldi:
“Yazdıklarım çok ciddi beyfendi. Biraz elini vicdanına koy. Kardeşim sen deprem için ne yaptın bana onu söyle. Yok efendim şu öyle vay efendim şu şöyle nedir bu ya? Bana çözümsüzlük değil, çözüm üret kardeşim”.
Bunları yazdığı kişi, 156 milyon liralık malzemeyi götürüp, dağıtıp, hesabını istenmeden veren asistandı.
* * *
Bu arada, Ankara Üniversitesi asistanlarının müteahhit yerine “mütehaid” ve “müthaid”, muhatap yerine “muattap” diye bilip yazanlarına rastlandı. Listeye mektup gönderenlerden yarısı -de, -da ekinin bitişik mi ayrı mı yazılacağını bilmeyenlerden oluşuyordu ve bu, merak ediyorsanız, deprem olmadan da böyleydi. Bu da bilimde depremdi ve bu asistanlar şimdi öğrenci, ileride de hoca yetiştirerek kendilerini üreteceklerdi. Depremin etkileri yarın geçerdi ama, bu tür deprem kendini geometrik diziyle üreterek durmadan yayılacaktı.
Dayanamadım, yanlışları belirttim. Bir yanıt geldi: “Ne göçük altından yaralı kurtaran İngiliz Ekibi, ne İsrail Ekibi Türkçe konuşabiliyor. Ama onlar ‘evrensel bir dilin’ varlığından haberdarlar ve işlerini yapıyorlar” diyordu. Feyhan’a söyledim, “Enfes bir absürd örneği” diye beğendi.
Bir deprem daha geçti. Ama diğerlerinden farkı, İnternet diye muazzam bir silahımızın olduğunu öğrendik.