Buraya geldiğimizden bikaç gün sonraydı, sabah kalkınca telefonu açtım, aranacak doksan bin tane yer, gönderilecek dünya kadar faks var.
Bodrum’da edeceğin her üç telefondan birinde banko çıkan: “Sayın abonemiz! Bu yöne doğru bütün kanallar doludur. Lütfen bir süre sonra tekrar deneyiniz!” anonsundan iyi bildiğim o bet ses yine karşımda:
“Sayın abonemiz! …” diye başlıyor ve dışarıyı arayamayacağımızı müjdeliyor.
Bodrum Türk Telekom’u diğer telefondan aramaya çalışıyorum, o da kapatılmış! Cep’e saldırıyorum; bak, o açık!
Türk Telekom’daki memureyi bilmem kaçıncı arayıştan sonra (çünkü bütün Bodrum arıyor!) buluyorum:
“Hanımefendi, telefonlarım niye kapalı?” Bilgisayardan bakıyor ve:
“Hesabı ödenmemiş” diyor. Oysa, biz burada yokken postamıza sürekli bakılır, faturalar eksiksiz ödenir.
“Hanımefendi, fatura gelmedi ki ödeyelim. Nasıl kestiniz iki telefonu birden, fatura yollamadan?”
“Biz haftalarca önce yolladık efendim. Posta idaresini arayacaksınız. Onlar teslimde gecikmişlerdir”. Attı üstünden bir güzel.
“Peki, kaç paraymış borcumuz?”
Bilgisayara bakıyor ve: “İki milyon yedi yüz otuz bin TL” diyor…
Bu sefil parayı Hasan gitti, çaresiz ödedi. Beni de aradı, yarım saat sonra açılacağını haber verdi.
Bir saat sonra, açılmadı diye arıyorum. Cevap:
“Ancak mesaiden sonra açılabilir!”
Israr etmek çare değil. Müdür yardımcısını arıyorum, bilmem kaçıncı arayıştan sonra (çünkü bütün Bodrum arıyor) buluyor ve kendimi takdimden sonra:
“Beyefendi, fatura geldi-gelmedi tartışması yapacak değilim, çünkü yararsız olduğunu biliyorum. Oğlum gönderilmemiş faturayı ödedi, çabuk açılması için yardımcı olabilir misiniz, çünkü telefonlar kapalı olunca cep telefonu kullana kullana helak olduk!”
Müdür yardımcısı efendiden bir kişi. “Hemen açtırıyorum hocam” diyor.
Bir saat sonra telefon ediyorum, şöyle diyor: “Efendim, bugün 3000 kişinin telefonunu borcundan kapattık, şu anda bilgisayar sistemi bozulduğu için açamıyorlar, ama ben bizzat meşgul oluyorum”.
Dikkat buyurun: Sadece bir tek günde 3000 telefon kapatmışlar, borcundan. Bu kadar insanın borcunu ödemeyi unutmuş veya ihmal etmiş olması mümkün mü?
Soruyu, ertesi gün bizim Kumbahçe Derneğinin temel direği Kaan Toker açıklığa kavuşturuverecek:
“Abi, benim iki telefon da bankadan otomatik ödeniyor, onları da kestiler!”.
Türk Telekom bunu niye yaptı, benim aklım ermedi. Herhalde fatura yolladığını sanıp yollamadığından değil. Bulamazsanız, bu sayıda Nail’in (Bulut) yaptığı özelleştirmeyle ilgili araştırma belki ipucu olabilir.
Bu arada söyleyeyim, iki telefonun faturası da, paraları ödediğimizin ertesi günü posta kutumuza ulaştı…
* * *
Bodrum’dan bir perdelik skeç daha:
Dün (27 Temmuz) Kaymakamlığa gittim, kapının önünde güler yüzlü bir polis, gölgeye sandalye atmış:
“Çantana bakayım”.
Yeni âdet çıkmış. Emir kulu. Gösteriyorum. İki gözden birine bakıyor, geri veriyor. Yahu, aradığın her neyse, ya öteki gözdeyse? Arkasından:
“Adın neydi?” diye soruyor. Söylüyorum, sonra da ayılıp yüzüne bakıyorum, niye sordun gibilerden. Hemencecik anlıyor ve açıklıyor:
“Beyaz sakallı bir adamı arıyoruz da. Adı Hasan Heybetli imiş”.
Açıklamanın özgünlüğünden dilim tutulduğu için yorum yapamıyorum. Bodrum, sen bir ömürsün, sen sürekli bir festivalsin…
Asıl açıklamayı bugünkü gazetelerin birinci sayfasından okudum:
Hasan Heybetli, burada Demet Akalın adlı hatunun çıktığı “Şaka Bar”da aşka gelip havaya bikaç el sıkmış, herkes yere yatmış, arka masada oturan genç yatmamış, ünlü kabadayı da adının Erman Aydın olduğu öğrenilen bu genci “Ne bakıyorsun ulan!” deyip dizinden vurmuş, çıkarken de barın korumasını!
Yarın Kaymakamlığa tekrar gideceğim, o polis yine kapıda gölgeye sandalye atmış oturuyorsa kendisine teşekkür edeceğim. Beni Hasan Heybetli gibi önemli bir şahsiyete benzetti…