Baskın Oran

Bu makaleyi okudunuz mu?

Ankara’da  İngilizce yayınlanan Turkish Daily News gazetesinde 23 Eylül’de çıkmış bir yazı var, okudunuz mu? Herhalde okumadınız. Hayret bişeydir, basın da okumadı.  Kimse ilgilenmedi.

Neden “hayret bişey”, çünkü yazı çok önemli. İkincisi, yazarı son zamanlarda önemli. Geçen yıl İngilizce, bu yıl da Türkçe olarak  “PKK” adlı geniş bir kitap yayımlayan  İsmet İmset, son olarak devletle PKK arasında yabancı gazetecilerin bırakılması pazarlığına aracılık etti. Eski bir Dev-Sol’cu olan İmset, daha önce de Özal zamanında Başbakan Demirel ile Talabani arasında arabuluculuk yapmış, Apo’nun ateşkes ilan ettiği (ve Apo’nun çevirmeninin becerememesi üzerine PKK liderinin sözlerini İngilizceye çevirdiği) basın toplantısından sonra da Demirel’e brifing vermişti.

DEP Genel Başkanı Yaşar Kaya’nın, tutuklanmadan önce şu anlama gelen bir demeç verdiğini belki anımsayacaksınız: “Devlet bize, dağa çık da hedefim belli olsun, diyor”. İmset’in yazısında esas olarak sözünü ettiği bu senaryo doğru mu, ne kadarı doğru, ne kadarı uygulanabilir bilemem ama, yazdıkları son derece mantıklı ve inandırıcı. Sistematize ederek özetliyorum,  bakalım siz ne diyeceksiniz.

İmset, önce bitakım saptamalarla başlıyor:

1) Kürt seçkinlerine karşı kaba güç kullanımının artması:  Yalnızca 20 Ekim 1991 genel seçimlerinden bu yana, elli dört Kürt politikacı ve aktivist öldürüldü. Kürt ve insan hakları konularda kalem oynatan en azından on beş gazeteciye suikast yapıldı. Elli dördüncü kurban, bir milletvekiliydi (Mehmet Sincar) ve Demirel’in “Kan dökenlere sempati duyanlar…katildir” demesinden üç gün sonra öldürüldü. Arkasından, Leyla Zana’ya başarısız bir suikast yapıldı. Bunlar yeni değil. DEP’den önceki Kürt partisi HEP’in milletvekilleri Meclis’te fiziksel saldırıya uğradılar. İzmir’de polis “Kürtlere Ölüm!” diye gösteri yaptı. Bir subay Leyla Zana’yı ölümle tehdit etti. Tabii, bu listeye, “faili meçhul” cinayetlerin öldürdüğü halktan kişiler dahil değil.

2) Kürt seçkinlerine karşı yürütülen psikolojik savaşın artması: Bir büyük İstanbul gazetesi, Sincar’ın yanında yaralanan diğer DEP milletvekili Toğuç’un güncesini yayınladı. PKK’ye karşı psikolojik savaş yürütmekle görevli bir resmi kurum tarafından sızdırılan bu günce, sanki, Toğuç’un da ölümü hakkettiğini belgeliyordu. [Daha önce de DEP milletvekili Orhan Doğan’ın bir PKK militanını milletvekili lojmanlarında barındırdığı ve oğlum diyerek tedavi ettirdiği iddiası aynı büyük gazetenin manşetlerini uzun günler meşgul etmişti]. Leyla Zana’nın kızının kaçırılıp işkenceyle öldürüleceği bildirildi. Son olarak, bu faili meçhul cinayetleri araştırma komisyonundaki milletvekilleri ölümle tehdit edildi.

Bu arada, çok daha önemli olarak, batı bölgelerindeki Kürtler üzerinde büyük baskı başladı. Önce, örgütlenmiş kitleler, polisin operasyon yaptığı binaların önünde toplanarak Türk bayrağı salladı, milli marş söyledi. İnsan hakları aktivistlerine göre, bu kitleler arasında sivil polisler yer almaktaydı. Sonra, doğudan her tabut gelişte kitleler sokaklara dökülerek Türkçü sloganlar atmaya, bayrak açıp marş söylemeye başladı. Önceleri PKK’yi hedef alan bu sloganlar, kısa zamanda, genelde tüm Kürtleri ve özelde de Kürt milletvekillerini hedef alır duruma geldi. On gün önce, yüzlerce insan “Meclis’deki PKK’ye ölüm!” sloganı attı.

3) Yasal platformdaki Kürt örgütlerine karşı kampanyanın artması:  HEP kapatıldı. Partinin iki yıl önceki genel başkanı, SHP’li  TBMM başkan vekili Işıklar’ın milletvekilliği, Anayasa Mahkemesinin Cindoruk’u şoka uğratan tartışmalı bir kararıyla iptal edildi. DEP’i kapatmak için dava açıldı. Genel başkan Kaya’nın Özgür Gündem gazetesi aleyhine on bir dava açıldı. Yaşar Kaya tutuklandı. Yasal Kürt hareketinin sesini ve nefesini kesmeyi, onu yeraltına itmeyi ve yasadışı Kürt hareketleriyle birlikte onu da imha etmeyi hedefleyen bir plan varmışcasına sürdürülen bu gerilim hâlâ tırmanıyor.

4) Güvenlik güçlerinin sıradan Kürt halkına karşı sertliği artırması: Özel timlerin tavırları, köylerin zorla boşaltılması, hatta bir daha kullanılmaması için bazan yakılması. Bu politika aslında 1984’ten beri uygulanıyor ama, hiç bugünkü kadar yoğun olmadı. Şimdi de, Türk-Kürt nüfusun birlikte yaşadığı kentlerde Türk-Sünni kişilere devlet silah dağıtmaya başladı.

On sayfa tutan bu uzun ve önemli makalenin gözlemleri böyle özetlenebilir. Yarın da, sözünü ettiği senaryoyu görelim.

 

Yarın:  Dehşet verici bir senaryo

Önceki Yazı
Sonraki Yazı