Geçenlerde, Ankara Üniversitesine bağlı olarak Avrupa Topluluğu araştırmaları yapan ATAUM’da ders veriyorum, konu AGİK ve Türkiye’nin insan hakları konusundaki uluslararası yükümlülükleri ve bunların gözetilip gözetilmediği. Her zamanki kaçınılmaz soru geldi:
“Ama hocam, bize insan hakları konusunda yüklenen Batılı ülkeler, kendileri de insan haklarını bal gibi ihlal ediyorlar! Üstelik, PKK’nin yaptıklarını değil, hep devletin yaptıklarını kınıyorlar.”
Bu itirazı yapanlar, hani, “Türkiyemizi bölmek isteyenlere insan hakları da neymiş? İnsan hakları diye diye bu memleketi parçalayacaklar!” diyen türden yaratıklar değil. Aklı başında, “insan” türünden adamlar ve kadınlar. Adamlar ve kadınlar diyorum, çünkü ATAUM’da üniversiteyi bitirmiş, yaşını başını almış memurlara ders veriliyor. Onlara söylediklerimi aşağıda özetliyorum.
1) Bir defa, Batı’daki insan hakları ihlalleri birer istisna. Bizde ise artık en sağlam kural. En basitinden örnek vereyim, “harçlar kalksın” diye yapılan bir öğrenci yürüyüşünü yada “nemâlar verilsin” diye yapılan bir memur mitingini polis eşşek sudan gelinceye kadar coplayarak dağıtmazsa (ve de yarısını içeri atıp bir de orda dövmezse), herkes çok hayret eder.
2) Kendi kapısının pisliğini örtmenin en kolay, ama en aptalca yolu, “Komşunun kapısının önü de pis” deyivermektir. Adama gülerler, bu nasıl süpürge diye.
3) Hiçbir devlet, uluslararası antlaşmaları imzalamaya mecbur değildir. Çünkü devletler “egemen”dirler. Ama, bir kez imzaladıktan sonra, gönüllü olarak aldığın yükümlülüğün gereğini yerine getireceksindir. Yoksa, yakana yapışırlar ve itiraz da edemezsin. Kim dedi sana insan hakları sözleşmelerini imzala diye? Bak, kimsenin Çin’de yapılan ihlallere itiraz ettiği var mı? Çünkü Çin imzalamadı. Kendine güveniyorsan, sen de imzalama. Ama, imzalamışsan, kıvırma. Kıvıramazsın. Hem pastayı yiyeyim, hem de kremasını bozmayayayım, daha henüz görülmedi.
4) Bir yandan, hem her türlü hırsızlığa olanak verecek kadar ekonomik liberal olacaksın, hem de her türlü insan haklarını çiğneyecek kadar siyasal tutucu. Nasıl iş?
5) “Bu insan hakları ihlalleri ‘dış mihraklar’ın içimizdeki yarayı körüklemeleri sonucudur,” diyorsanız, o zaman o yaraya pansuman yapın önce. Askerî çözüm dışında şeyler de yapın ve iyileştirin. İçerde olmayan yaranın nesini parmaklayacak “dış mihraklar”? Bu lâf, “Ben sütten çıkmış bir kaşığım. Benim hiçbir suçum yok. Hep o yapıyo!” demektir. Bir tür mastürbasyondur.
6) Geçen gün, İzmir’de verdiğim “Atatürk Nasıl Yorumlanır” konulu bir konferansta lise çağındaki bir dinleyici çok güzel bir soru sordu: “Farklılıklara saygı ile ulusal bütünlük birarada sağlanabilir mi?” dedi. Ona yanıtım şu oldu: “Bu iki kavram, birbirini itiyor gibi gözükse de, bir madalyonun iki ayrı yüzünden ibarettir. 21. Yüzyılın başında demokrasi artık ‘çoğunluğun iradesi’ değil, ‘farklılıklara saygı’ diye tanımlanıyor. Çünkü ‘ulus’ denilen birliğin ancak gönüllü olabileceği ortaya çıktı. Gönüllü olan birlikler daha güçlü olur. Sen okula mı daha isteyerek gidiyorsun, sinemaya mı?”
Şimdi, gelelim “Batılı ülkeler taraf tutuyorlar. PKK’nin yaptıklarını es geçiyorlar” lâfına.
New York’daki Human Rights Watch/Helsinki adlı insan hakları örgütü, Türkiye’de birçok insana olduğu gibi bana da, dünyadaki ihlallerle ilgili çıkardığı yayınların Türkiye’yi ilgilendiren bölümlerini faksla yollar. Bu örgüt, dün (21 Kasım) benim faksıma aşağıdaki bildiriyi geçti. İngilizceden çevirerek veriyorum:
“Human Rights Watch/Helsinki, son zamanlardaki PKK intihar saldırılarını kınar (mahkûm eder, condemns) ve Genel Sekreter A.Öcalan’ı bu türden eylemleri durdurmaya ısrarla çağırır (urges).
“… PKK kadın eylemcileri (fighters), biri kendine gebe kadın süsü vererek, ikisi de normal (civil) giyinerek vücutlarına sardıkları bombaları patlatmışlar ve polis, asker ve sivillerin ölümüne yol açmışlardır.
“Türkiye’de, özellikle doğu ve güneydoğunun sofu bölgelerinde emniyet güçleri gebe yada tesettürlü kadınların üstünü genellikle aramamakta, bu iş için bir kadın polis gelmesini beklemektedir.
“… Human Rights Watch/Helsinki, Genel Sekreter Öcalan’ın 3 Kasım 1996’da Med-TV’de söylediği kimi sözlere de dikkat çekmek istemektedir. Öcalan şöyle demiştir: ‘Bu kızlar bize mektupla vasiyetnamelerini bıraktılar. Aklım sürekli bununla meşgul. Ne gerekiyorsa o yapılacaktır…bu kızlar PKK’nin basit eylemcileriydi (ordinary fighters). Bize gösterdiler ki, insan bir şeyi yapmayı aklına koyarsa, yapabilir’. Örgütümüz, bu sözlerin, bu türden taktiklerin ileride de kullanılacağının dolaylı ifadesi olmadığını umar”
Bu örgüt 1978’de kurulmuştur ve son zamanlarda örneğin Super Cobra helikopterlerinin ve ATACMS taktik füze sistemlerinin Türkiye’ye satışını önlemeye çalışan en etkili örgüttür. Hani, bilgi diye söyledim.