Baskın Oran

Atatürkçülük: Yaşar mı, yaşamaz mı?

10 Kasım vesilesiyle yine birbirimize girdik. Tepkiler ve karşı tepkiler bu memleketin zaten mafyasal ve devletsel çetelerce dibi bulunmuş enerjisini hepten bitiriyor.

Sözüm, Atatürk’e küfredenlere değil. Hem onlar benim kapımın önü değil ve benim sorumluluğum kendi kapımın önünü temizlemek, hem de bunu yapanların gerizekalılığı biraz da karşıtlarının ilkelliğinden kaynaklanıyor. Onun için, benim sözüm Atatürk’ü “hata yapmaz kutsal kişi” gibi takdim edenlere. Atatürk’ü böyle tabu kabul edenlere bikaç sözüm var:

1) Bu yaklaşımınızla, evliyalığı Türkiye’den kaldırmış bu adama en büyük hakareti bizzat yapıyorsunuz.

2) Bıkkınlık ve hayal kırıklığı yaratıyorsunuz; varmak istediğiniz sonucun tersine varırsınız. Buna siyaset biliminde “ideolojinin olumsuz işlevi” derler. Çözüm getirmeyen ideolojiler durmadan tekrar edilirse, ters sonuç yaratır.

60’ların ortasında Cumhuriyet’te Ali Ulvi bunun enfes bir karikatürünü yapmıştı. İlkokul, ortaokul ve liseyi gösteren ilk üç karenin herbirinde öğretmen çocuğa Atatürk’ün özdeyişlerini söylemektedir, çocuk çok memnundur ve her seferinde göğsü daha çok kabarmaktadır. Üniversiteyi gösteren dördüncü karede ise öğretmen çocuğa “Türkiye, bir azgelişmiş ülkedir” der ve çocuk pat! diye bayılarak devrilir yere…

12 Eylül döneminde kaç kere tanık oldum, TV’de Atatürk resmi çıkar çıkmaz, çocuklar ekran başından fırlayıp sokağa oynamaya çıkarlardı.

Geçenlerde Beşiktaş Legia’yı 2-1 yenince, spor basınındaki “Atatürkçüler” sekiz sütuna manşet attılar: “Atam, İşte Beşiktaş!”. (Not: İlk golü atan futbolcu Nijerya’dan, ikincisini atan Bulgaristan’dan idi). Arkasından,  milli takımımız 23.000 nüfuslu San Marino’yu 10 Kasım’da yendi. Manşet: “Ata’ya Armağan Olsun!”.

Daha örnek ister miydiniz?

3) Bu kafa yapısı, Atatürk’ü bilimsel olarak, eleştirel bir gözle incelemeye engel. Bu da hem O’ndan yararlanmaya engel, hem de zararları saymakla bitmez bir tutum.

Örneğin, Atatürk döneminde bir diktatörlüğün hüküm sürdüğünü, Türkiye içinde ve dışında herkesi “Türk” yapan bir milliyetçiliğin uygulandığını, hatta kafatası ölçümleri yapıldığını bilmez ve kabul etmezseniz, bunları söyleyen biri çıktığında apışır kalırsınız.

Oysa, bunları kabul etseniz, nedenlerini de anlayabilir ve anlatabilirdiniz. Şöyle diyebilirdiniz:

“Atatürk’ün amacı ‘Bağımsızlık içinde batılılaşmak’tı. Batı’nın 800 yılda vardığı demokrasiyi hemen uygulaması zordu. Ama,  amaç Batı olduğu için, bugün aksak da olsa Türkiye ve demokrasi var. Oysa Hitler, Nazizm, Üçüncü Reich bitti. Milliyetçilik konusunda yapılanlar, ‘ulus-devlet’ kurma sürecinde görülen üzücü aşırılıklardır. Bir çubuğu düzeltmek için tersine bükmenin, yani aşağılanmış bir ulusa onurlu kimlik aşılama çabasının yan ürünleridir. Eleştirirken, o günün koşullarını da gözönüne almak gerekir”.

Bunları söylerseniz, gerçekten ciddi bir adım atmış olursunuz.

Ama arkasından kalkar da, Atatürkçülük adına örneğin başörtülü kızların üniversitelere girmelerine karşı çıkarsanız, örneğin “Kürt sorunu yoktur, güneydoğu sorunu vardır” derseniz, örneğin dinciler azdı diye askerlerden medet umarsanız, tek bir arpa boyu yol gitmemiş, daha doğrusu gericilik yapmış olursunuz.

Çünkü, Atatürkçülük “bağımsızlık içinde Batılılaşma”nın ideolojisidir ve Atatürk kendi dönemindeki, yani 1930’lardaki Batı’yı almıştır. O Batı, “milli birlik ve beraberlik”i tek parti, tek devlet, tek millet, tek ideoloji, tek liderle koruma dünyasıydı. O Batı, demokrasiyi “çoğunluğun iradesi”, yani kelle hesabı olarak tanımlıyordu.

Oysa 1990’ların Batısı 1930’larınkine taban tabana zıt. Bu beraberliğin ancak gönüllü olursa güçlü olacağını söylüyor, çok kültürlülüğü ve hoşgörüyü savunuyor, demokrasiyi de “azınlığın korunması” olarak tanımlıyor.

İdeolojiler belli koşullarda belli sorunlara getirilen paket çözümlerdir. Zamanlar değişince, geçerli olabilmek için onların da revizyonu gerekir. Temel ilkelerini feda etmeden uyum sağlayan ideoloji etkili olmaya devam edebilir, uyum sağlamayan unutulur gider.

Kemalizm işte şimdi bu noktada. Kemalizm ya Atatürk’ü statik olarak yorumlayıp 1930’ların Batısında ısrar edecek, yada dinamik olarak yorumlayıp 1990’ların kişiyi putlaştırmayan, farklılıklara hoşgörüyle yaklaşan, askeri çözümleri aklına bile getirmeyen Batısını kabul edecek.

Ona göre, yaşayacak yada… ölecek.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı