Baskın Oran

24 öğrencilik “U” biçimi sınıflar…

Şu sıralarda çok dikkate değer bir gelişme var:

TSK, herhangibir ülkenin herhangibir kurumunu kıskandıracak başarıda halkla ilişkiler kampanyaları yürütüyor.

Bunların ilki Güneydoğu’daydı. Oral Çalışlar’dan Abdurrahman Dilipak’a uzanan çok geniş bir yelpazede gazeteciler TSK’nin başarılarını izlediler ve günler boyu yazdılar.

İkinci kampanya şu günlerde gazete manşetlerinde ve sütunlarında. Yine gazeteciler ve köşe yazarları tek bir ağızdan TSK’nin eğitimdeki başarılarını sergiliyorlar. Derslerin “U” biçiminde sınıflarda yapıldığını, bir sınıfın 24 öğrenciyi aşmadığını, çocukların çok sayıda kulüp kurup tartışma ortamı yarattıklarını yazıyorlar.

İki konuyu da çok önemli ve sevindirici buluyorum.

Birincisi öyle. Çünkü Türkiye’nin hem iç, hem de dış politikada tartışmasız 1 Numaralı derdi olan Kürt sorununun bir türlü çözüme ulaştırılmaması, Güneydoğu’daki “düşük yoğunluklu” iç savaşın sürmesine bağlanıyordu. Şimdi PKK askerî bakımdan yenildiğine göre, sıra siyasal/sivil çözümde.

İkincisi de öyle. Çünkü kurulalı 75, hatta 600 yıl olmuş koskoca bir ülkenin (sivillerin gerizekâlılığı yüzünden) hâlâ askerler tarafından yönetilmesi bana epey itici gelmekle birlikte, hiç olmazsa iyi koşullarda eğitim gören askerler tarafından yönetilmesi herhalde daha az itici.

Yalnız, MGK Genel Sekreterliğinin üst düzey bürokratlara verdiği PKK-terör brifinginde söylenenler, askerî okullardaki eğitimin kalitesi konusunda bende büyük kuşku yarattı. Şöyle denmiş:

“PKK’nın dayanağı Kürtçülüktür. Halbuki Kürtler Orta Asya’dan göç eden Türk kavimleri arasında yer alır. O nedenle, Kürtlerin aslında Türk olduğuna inandırmamız gerekir” (Utku Çakırözer’in haberi, Milliyet, 3 Ocak 98).

Kürtlerin “siyasî savunma” yaparak ilk kez bilinç kazanmalarına yol açan DDKO davasında (1971) askerî savcı iddianamede:

“Sasani hükümdarı Birinci Şapur’un Mezopotamya’da Romalılarla yaptığı savaştaki başkomutanın bu Kürtilerden Gurhan adında bir Türk olduğu belirtilmektedir. Böylece Kürtlerin de Oğuz boyundan bir Türk soyu olduğu anlaşılmaktadır” dedikten sonra, Kürtlerin Türk olduğunu bir de şöyle kanıtlıyordu:

“KÜRT kelimesi, TÜRK kelimesindeki aynı harflerin farklı biçimde sıralanmasından ibarettir”.

Dahası, 1930’larda Kürtler “Dağ Türkü” olarak tanımlanıyordu.

Şimdi, 1930’lardan 1998’e 60 küsur yılda ne değişmiş oluyor? Eğitimin bilgisayarlaşması, sınıfların “U” biçimine sokulması neye yaramış oluyor?

Genç subay adaylarımızın sivil öğrencilerden, örneğin bizim Mülkiye’dekilerden çok daha iyi koşullarda eğitim gördükleri kesin. Bizde bir sınıf 150 kişi, askerî okulda 24 kişi, bu bile yeter de artar.

Artar ama, Mülkiye’de bir sınıfta sardalye istifi okuyan öğrencilerin her biri,  şu iki sosyolojik kuralı askerî yada başka okullarda öğretebilecek denli bilir:

1) Kimlik ikiye ayrılır: Doğuştan gelen “nesnel” kimlik, sonradan edinilen “öznel” kimlik. Birincisi hiçbişey ifade etmez. Tek önemli olan ikincisidir. Yani, birey hangi nesnel kökenden gelirse gelsin, kendini ne sayıyorsa, kimliği odur.

Örneğin, Liceli Hikmet Çetin bir Türk’tür.

Örneğin, B.Trakya’da Pomaklar Türk’tür. Çünkü, aynen Boşnaklar ve Torbeşler gibi Müslüman Slav olan Pomaklar, çeşitli nedenlerle kendilerini Türk saymaktadırlar.

Bitmiştir! Yunan devletinin yırtınması boşunadır ve şunu da söyleyeyim ki, bu yırtınma sonucu B.Trakya’da Pomak kökenliler, yine B.Trakya’daki Türk kökenlilerden çok daha radikal bir Türk kimliğine sahip hale gelmiştir. (Meraklısı, “Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu” kitabımın 134-142. sayfaları arasını okuyup öğrensin).

2) Bir ülkenin bir bölgesinde farklı bir etnik bünye varsa, geleceği bilmek için şu kronolojik gözlem yapılır:

O bölgeye önce ulusal ekonomik pazar mı gelip yerleşmiş, yoksa o bölgedeki azınlık kimliği mi önce ortaya çıkmış?

Eğer birincisi önce yerleşmişse, orada azınlık kimliğinin başarı şansı son derece azdır. Çünkü ekonomik pazarın sürüklediği çoğunluk kültürü, azınlığı bulut gibi sarar ve doğal olarak asimile eder.

Eğer ikincisi önce çıkmışsa, çoğunluk kimliğinin (resmî kimlik) başarı şansı hiç yoktur. Çünkü farklı kimlik bir kez ortaya çıktıktan sonra, resmî ideolojinin zorla asimilasyon çabaları azınlık kimliğini kemikleştirir. Hele, bu küreselleşme çağında.

Doğu’da Kürt kimliği 1925’ten sonra kemikleşti, 1970’den sonra da Kürt aydınlarınca Kürt milliyetçiliğine dönüştürüldü. Ulusal ekonomik pazar ise 1980’den sonra yayılmaya başladı.

***

Sevgili Büyüklerimiz! Bu ülkenin parçalanmasını istemiyorsanız artık şunları öğrenin:

1) Kürt kimliği başkadır, Kürtçü başkadır. Kürt sorunu başkadır, PKK sorunu başkadır.

Birincilerin varlığı kabul edilmediği için ikinciler çıkmıştır.

2) Bu noktadan sonra, 2 şeyin aynı anda sağlanması tek çaredir:

  1. a) Asimilasyonu artık im-kân-sız olan Kürt kimliğinin kabulü yoluyla Kürt kökenlilerin bu ülkeye entegre edilmeleri,
  2. b) Doğu’daki maddî koşulların, kaça çıkarsa çıksın, derhal düzeltilmesi.

Bunlardan tek başına yalnızca birincisi yada yalnızca ikincisi yapılırsa ayrılıkçı Kürt milliyetçiliği güçlenir. Bu iki şey birlikte ve derhal yapılırsa, zayıflayabilir.

Nedenlerini anlatacak yer kalmadı; yazıişleri haklı olarak laf edecek. Meraklısı, “Devlet Devlet’e Karşı” kitabımın 107-116. sayfaları arasını okuyup öğrensin.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı