Bitti; gözümüz aydın. Aklıma gelenleri yazayım; doğaçlama olsun:
1) Evvela, bu zirve İstanbul’da yapılmamalıydı. Bakarsın, “Türkiye’nin tanıtımını yapmış oluruz” gibi parlak bir fikirden kaynaklanıyordur, Allah akıl fikir versin. İllaki Türkiye olacak idiyse, en azından, on beş milyonluk İstanbul’un ırzına geçilmemeliydi.
Daha önemlisi, bu zirve Türkiye’de yapılmamalıydı. Çünkü bu, AB’nin “sert çekirdeği” ile ABD arasındaki halat çekme olayıydı ve Türkiye’nin bunun içinde yeri yoktu. Türkiye, sonuçta kendisine nefes alma olanağı tanıyacak bu çekişmeye biraz yabancı dursa iyi olurdu. Kendi ülkesinde yaptırarak içine fazla girmiş oldu. Neyse.
2) Türkiye’nin korktuğu olay, ABD’nin BOP’u satma planı es geçildi. ABD Irak yüzünden öyle sersemlemiş durumda ki, bütün derdi Irak’ı mümkün olduğunca NATO’ya ihale ederek iki gün öncesinden “tüydümek”ti (burada tüymek’ten daha temsilî bir terim bulan varsa yazsın, telif ücreti ödeyeyim; Bremer iki gün öncesinden tüydü). Tabii, tüymek’ten kasıt Irak’ı bırakmak değil; bırakamaz. Derdi, belayı bölüşmek. Zaten, ABD’nin Irak’ı tamamen bırakmasını Fransa ve Almanya da istemiyor. Hem ABD biraz daha başını belaya soksun diye, hem de hiçbir ülke bu vaziyette bırakılmaz, etrafa sıçrar, otur da temizle, diye.
3) ABD Irak’ta istediğini alamadı ve ancak “Iraklılara eğitim” diye adlandırılan bir biçimde formüle ettirebildi ki; bu eğitimi isteyen, istediği kadar, istediği yerde, şahsen yapacak. NATO adı ve şemsiyesi söz konusu olmayacak. ABD bu aczini Afganistan’la örtmeye çalıştı. Oraya kimsenin itirazı yoktu çünkü; dünya güç eksenlerinden uzaktı orası.
4) Türkiye açısından zirve burada devreye giriyor: ABD, tam başkanlık seçimi öncesi, Afganistan’a daha fazla asker gönderemez: Türkiye’yi yollayacak, rüşvet olarak da İSAF’ın komutanlığını verecek. Üstelik Türkiye, şimdi bana öğreten eski öğrencilerimden Çağrı’nın söylediği gibi, bu sefer hem masraflarını alamayacak, hem de Kabil’in dışına ve büyük olasılıkla, Taliban’ın bile giremediği, Pakistan sınırındaki afyon üretim bölgesine gitmesi istenecek. Bu gerçekleşirse, ayyıldızlı tabutların gelmesi maalesef sürpriz olmaz. Üstelik şimdi orada da seçim yaklaşıyor, Taliban büyüyor.
5) Bu durumda, erkeklerin hiç öpüşmediği bir kültürden gelen Bush’un neden bu işlerden hiç hazzetmeyen Sezer’i tutup şap diye öptüğü, kadınların elele gezmesinin ancak belli durumlarda mümkün sayıldığı bir kültürden gelen Laura’nın da niye son derece ölçülü bir kadın olan Bn. Sezer’in eline yapışıp dolaştığı anlaşılabilir: ABD Avrupa tarafından itildikçe, Türkiye değerleniyor. Gözünü sevdiğimin teorisi doğrulanıyor: Stratejik OBD ancak denge ortamında nefes alır!
6) Bu noktada, AKP’nin dış politikasını “Bu adamlar dinci!” diye beğenmeyenler oturup bir daha düşünsün: a) Bu politika Kıbrıs’ı hallederek Türkiye’nin izolasyonunu çok büyük ölçüde ortadan kaldırdı; b) Sevr Paranoyacılarının bütün çığlıklarına rağmen, kültürel hakları genişletmek sayesinde Türkiye’nin PKK’yı ortadan kaldırma ihtiyacını çok büyük ölçüde azalttı ve böylece K.Irak olayına bağımlılığı tahammül edilebilir hale getirdi. Her iki olay, Türkiye’nin AB’ye yaklaşmasına olanak tanıyarak ABD tekelini zayıflatmış oldu. Bir Stratejik OBD için bu ortamda bundan iyi gidiş olur mu?
Nitekim, dikkat ettiyseniz, Türkiye bu zirveden pek etkilenmedi; olayı sanki başkasının ülkesinde başkasının oyunu gibi “izledik”. Çünkü artık Türkiye, asla gücünün yetmeyeceği (aslında da yetmemesi gereken) “kırmızı çizgi”lerden bir bir vazgeçiyor. Böylece, içimizden kimilerinin pek bayıldığı yayılmacılık politikasını (Kıbrıs, K.Irak) ayıklıyor. Ayıkladıkça, bela paratoneri “ihtiyaç”ları bir bir azalıyor. Azaldıkça, ABD gibi devletlere rica-minneti minimuma iniyor. Yumuşak karınlar ortadan kaldırılıyor. 1930’lar tipi milliyetçiliğin atgözlüğünü takan muhteremlerin aksine, ben bu gidişin Türkiye’yi adım adım kurtardığını görenlerdenim; umarım siz de görüyorsunuzdur.
7) Sadece, şu husustan rahatsız oluyorum: Bu kadar kan kaybeden ABD, kendisine gittikçe daha az muhtaç hale gelen bir Türkiye’den; acaba nesine güvenerek Boğazlardan kontrolsüz geçiş, sayısı artırılacak üslerden sınırsız ve izinsiz yararlanış ve uçak kaldırış, bu üslere sınırsız asker konuşlandırış gibi uçuk taleplerde bulunuyor?
Üstelik ABD bu NATO üslerini NATO’dan değil, doğrudan ikili görüşmeyle Türkiye’den istiyor. O zaman hazırlanın bir kapitülasyon anlaşmasına. İsrail’in de karıştığı neler dönüyor, acaba karşılığında Türkiye’ye ne teklifler ediliyor; göremiyorum ve bundan rahatsız oluyorum.
Uluslararası terörün engellenmesi için bir tek çözüm var: Teröre karşı bir Marshall Planı, İsrail’e karşı da bir Truman Doktrini. ABD tam tersi yönde ilerliyor.