Çok önemli günler yaşıyoruz.
Artık bir “Çifte Veda”nın kendini dayattığı tarihsel günler yaşıyoruz. Ne mutlu bize, bu kadar çektikten sonra bu günleri de görebildik.
Birinci veda, PKK’nın “Silahlara Veda”sıdır.
Bazılarına pek zor gelecek ama, bu böyledir kardeşim. Silahlara kayıtsız şartsız vedasıdır. En az üç sebepten:
1) 11 Eylül’den sonra, artık silaha sarılarak ve bomba patlatarak amaç gerçekleştirmek, ham hayaldir.
Dünya kabadayısı ABD’nin bizzat kendisi, sırf silaha sarıldığı ve bomba patlattığı için, gariban Irak’ta yenilmiştir. Hem de öyle bir yenilmek ki, bugün dünyanın en zayıf devletine bile müdahale edecek hali kalmamıştır.
ABD’nin evrensel çıkarlarını silaha sarılmaksızın gerçekleştirme yoluna giden Clinton’ın aksine, şu basit gerçeği anlayamayacak kadar Allah’ın Adamı olan Bush silaha sarıldığı için bu duruma düşmüş ve ülkesini de düşürmüştür: Küreselleşme döneminde Emperyalizm yapamazsın. (Şimdi, “Aman efendim, sen neler diyorsun; Küreselleşme tek kelimeyle Emperyalizm’in günümüzdeki adıdır!” diyenler zuhur edecek. Hayır efendim. Emperyalizm bir Küreselleşme biçimidir, ama Küreselleşme Emperyalizm değildir. Emperyalizm olması için mutlaka askerî işgal gerekir. Aksi halde önüne gelen her şeye Emperyalizm damgası vurabilirsin ki, Emperyalizm kavramını ayağa düşürüp anlamsızlaştırmaktan başka işe yaramaz; biz bu işi gençliğimizde çok yaptık).
2) Daha önce iki kere yazdım: Güneydoğu’da alışveriş başlamıştır. Artık Kürt halkı bu durumun tekrar bozulmasına izin vermeyecektir. Veremez; deli değildir. (Şimdi, “Aman efendim, nasıl olur da her türlü koşul için bunu söylersin!” diyenler zuhur edecektir; lütfen yazının sonuna kadar sabretsinler).
3) Bunu da geçen hafta yazdım: AB artık silahlı çatışma ve bomba istemiyor. Geçen gün, ABD’de doktora yapmakta olan eski öğrencim Yüksel (Sezgin), gönderdiği bir mektupta olayı enfes biçimde özetliyordu: “Bu, PKK’nın ETAtizasyonudur!”. Bu çocuğun bu sözü üzerine ne söylesem bi fazla olur…
* * *
İkinci veda, devletin “Asimilasyona Veda”sıdır.
Bazılarına pek zor gelecek ama, bu böyledir kardeşim; kayıtsız şartsız böyledir.
Asimilasyon aslında 1960’larda bitti. Anlamak istemeyen, anlamak istememekliğine devam etti. Ama şimdi artık herkes anlamak zorunda: Asimilasyon denilen olay, eğer “Ulusal Ekonomik Pazar” denilen meret “Azınlık Bilinci” denilen meretten önce oluşursa, önemli bir şansa sahiptir. Eğer sonra oluşursa, geçmiş olsun.
Türkiye’de Kürtlük bilinci 1960’larda oluşmuştur. Ulusal Ekonomik Pazar ise 1980’den sonra. (Parantez açmadan duramıyorum; lütfen kusura bakmayınız. Şimdi yine kimi dostlar kalkacak, “Efendim, bize nasıl azınlık dersin!” diyecekler. Efendim benim, “azınlık” kavramını Osmanlı Millet Sisteminin bugüne devredilmiş tortusunun zorladığı bir “aşağılık”, bir “ikinci sınıflık” anlamından artık lütfen kurtarınız. Azınlık demek; sayısal bakımdan toplumun bütününden az olan, başat olmayan, farklılık gösteren, ve bu farklılığı kimliğinin vazgeçilmez öğesi sayan vatandaş demektir. Ve, lütfen, hem azınlık hakları (yani grup hakları; örneğin anadili öğrenme hakkı) isteyip hem de azınlık teriminden nefret etmek garabetini artık geçmişe terk ediniz).
* * *
Türkiye Cumhuriyeti bundan sonra, asimilasyonu kesinlikle geride bıraktığını gösterecek reformları birbiri ardına inci gibi dizecek ve “Türk” üst kimliğini tarihin karanlıklarına terk edip “Türkiyeli” üst kimliğini yüceltecektir. Aynen, M. Kemal’in Kurtuluş Savaşı sırasında yaptığı gibi.
Türkiye Cumhuriyeti bunu yapmayacaksa, yani alt kimliklere saygı göstermeyecekse, oturup derdinin nârına yanacaktır.
Eğer Türkiye Cumhuriyeti PKK’yı, bunca zayıf olduğu bir sırada meşrulaştırmak istiyorsa, oturur bu sonuncu yazdığımı yapar.
İstemiyorsa, bir önceki yazdığımı. Neyse ki yapıyor. Ha gayret.