Baskın Oran

Vatan için son ulusalcı eylemlerimiz

Oxford’da üç gazeteyi internetten okuyorum. Feyhan’a yetmiyor, Türkçe gazete de bulup alıyor.

Bunlar Almanya baskısı. Şu sıralarda manşetleri hep şu mealde: “Türkçe Yasağına Boyun Eğmeyiz”. Almanya’nın Rastatt kenti Belediye Beclisi Türkçeyi fiilen yasaklamış. Konsolosluğumuz, dernek temsilcileri, herkes kentteki DİTİB Camiinde (herhalde, Belediye Meclisi bunlara toplantı salonu tutmayı da yasakladı) toplanıyorlar ve “siyasi ve hukuki mücadele” yapmaya karar veriyorlar. Eğitim ataşemiz Elzem Babayiğit’in demeci: “Kimse endişelenmesin, Türkçemiz yasaklanmayacak”. Bu arada Eyaletler Bakanlığı devreye girmiş ve “Bu türden kararlar uyuma destek olmaz, yanlıştır, geri alınsın” demiş (Hürriyet, 18.12.2006).

Ama bence bu yasak haklı. Çünkü resmî dilden (Anayasamızın 3. maddesine göre: “Devletin dili”nden) başkası ülkeyi parçalayabilir. Türkiye’de biz bunu iyi biliriz ve hemen önlemini alırız. Nitekim, internetten okuyoruz: “Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin (ÇGD) düzenlediği ‘Yılın Başarılı Gazetecileri Yarışması’na, Sayfa Düzeni (Mizanpaj) dalında katılmak isteyen günlük Kürtçe gazete Azadiya Welat’ın başvurusu reddedildi” (Milliyet, 15.12.2006).

Önemli bir milli güvenlik tedbiri daha: “Batman’ın Kozluk ilçesi Yanıkkaya Köyünde ilköğretim okulu öğrencileri H.Ş., İ.B., B.K., H.O., R.O., R.K., H.K. ve H.Y, grup olarak çalıştıkları iş eğitim dersinde PKK’nın sözde flamasının renkleri sarı-kırmızı-yeşilin ağırlıkta olduğu gökkuşağı ve meyve resmi yaptılar. Resmi gören Müdür Yardımcısı Tolga Omay da, Okul Müdürü Güven Bal’a şikâyette bulundu. Bunun üzerine, 8 öğrenci disiplin cezası verilerek 3 gün okuldan uzaklaştırıldı. Bal, ‘Gençlerimiz kötü alışkanlıklara bulaşmasın diye sadece disiplin cezasının verilmesi kararlaştırıldı’ dedi”. (Milliyet, 16.12.2006). Bir de, “sözde flama” nasıl?

***

Bu ulusalcı çabalar bölücülüğü engellemeye yetmeyince, üniversitelerimiz ve onların ulusalcı öğretim üyeleri de çalışıyorlar.

Nitekim, Malatya’daki İnönü Üniversitesinden hocalar Prof. Dr. Attila Yayla’nın “Atatürk’e hakaret etmesini” 329 imza toplayarak kınadılar (Hürriyet, 15.12.2006). Bunun yanı sıra TÜMÖD Genel Başkanı, SBF hocası ve YÖK Üyesi Prof. Dr. Alparslan Işıklı da bir bildiriyle aynı şeyi yaptı. Ankara Üniversitesi hocalarının bazılarından da sıcak tebrikler aldı.

Yalnız, bendeniz, bu hocalarımızın ulusalcılık vazifelerini yeterince yapmadıkları kanaatindeyim. Madem Prof. Yayla Atatürk’e hakaret etmiş, hakkında savcılığa hemen ihbarda bulunmaları gerekirdi. Yapmadılarsa, bu bir vazife ihmali hatta suçtur. Tahminim, bu suç duyurusunu Kemal Kerinçsiz’in yapmasını beklemekte oldukları merkezindedir; onun önüne geçmenin yakışık almayacağını düşünmüş olsalar gerektir. Kerinçsiz’in daha fazla gecikmesi halinde eminim bu yola gideceklerdir.

***

Üniversitelerimizin ulusal birlik ve beraberliği kurtarmasından açılınca, ister istemez Kütahya’daki son olay da akla geliyor. Bir kadın “kendini peygamber ilan” ediyor. Neyse, “olaylar gelişiyor” ve sonra, “bir market sahibi” (yani, bakkal) şöyle ifade veriyor: “… etkileyici bir sesi vardı. Yanında bilincimiz ortadan kalkıyordu”.

Anlaşılan, “etkilenen” sadece bilinci değil bakkalın ki, devam ediyor: “Birçok insanın bulunduğu ortamlarda ayrı bir odada benimle sevişiyordu. Bu yaşananlardan kocasının haberinin olmaması mümkün değildi. Beraberce dolaştığımız günler çok oldu. Bunların birçoğunu kamerayla kaydettim. Yaptıklarıma şu an çok şaşırıyorum” (Radikal, 17.12.2006).

Buraya kadar tatlısu basın dedikodusu. Bundan sonrası üniversitemizin Türkiye’yi kurtarmasıyla ilgili. Şöyle ki, kadının kocası üniversitede yardımcı doçentmiş. Rektör hemen ders verme yetkisini elinden alıyor. Çünkü evde ayin yapılıyormuş. Ne de olsa Kütahya büyük yer; rektör o zamana kadar bunları duymamış olacak. Ancak gazetelere düştükten sonra duyuyor.

Peki, bir yardımcı doçentin karısının gazetelere düşmesi ile kendisinin öğrencilere ders vermesi/verememesi arasında nasıl bir ilişki var? Bu henüz görülebilir bir husus değil; şu anda görülen şu:

1) “Suç” ne olursa olsun, bir hocaya “milli” ceza verilecekse, hemen dersi elinden alınıyor. Çünkü, bir hocaya en çok bunun koyacağını hesaplıyor olmalılar. Ki, vatanın kurtarılması da burada ortaya çıkıyor. Öğrenciler zehirlenmekten kurtarılıyorlar. Vatanın-milletin istikbali kurtarılıyor;

2) Yardımcı doçent, Prof. Yayla’yla aynı cezaya çarptırılıyor. Ki, her iki durumda da olay “vuku” değil “şüyu” bulunca oluyor bu iş. Nedense.

***

Bu hafta, vatanı kurtarmanın son yöntemini de TRT gösterdi. En iyi müdafaa hücumdur diyerek İsveç’e haddini bildirdi. Banu Avar’ın yaptığı belgesel İsveç’in insan haklarını nasıl ihlal ettiğini anlatıyordu. Böylece bizi 8 konuda durdurmuş olan AB’ye karşı başımızın dik olması sağlandı.

Vatanımızın birlik, beraberlik, bağımsızlık, egemenlik ve bölünmez bütünlüğünün kurtarılmasına yönelik kim bilir sizler daha ne eylemler duymuşsunuzdur. Yurt dışından ancak bu kadarını izleyebiliyoruz.

Not: Bugün (Çarşamba 20) Dumlupınar Rektörlüğü, mahkeme kararını beklemeden, yardımcı doçenti görevden aldı. Ya şimdi adam beraat ederse?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı