Baskın Oran

Türkiye’de lapsus

“Lapsus”u liseden bileceksiniz. Freud bunu Gündelik Psikopatoloji kitabında “parapraksis” (hatalı eylem) adıyla incelemiştir. Bizde, “sürçme” derler. Bilinçaltına yerleşmiş kimi şeyler, konuşurken veya yazarken, insanın kafasındaki esas şeyi bilinçsiz olarak dile getirivermesine yol açarlar. Son zamanlarda örnekleri fevkalade arttı.

12 Aralık tarihli Radikal’e göre, Emekli Subaylar Derneğinden 20 kişi Genelkurmay’a (Gn.K) başvuruyor: “Cumhurbaşkanlığı (CB) seçimine müdahil olun”. Bunun üzerine insanlar, yahu, Gn.K’ın görevi CB seçimine müdahale etmek midir, diye soruyorlar. Bunun üzerine Dernek sinirleniyor, açıklama yapıyor: “Bizim bu başvuruyla ilgimiz yoktur. Emekli Subaylar olarak Ordu’nun işine karışmayız”.

Bunu derken, “Bu seçim TBMM’nin değil, bal gibi Gn.K’ın işidir” dediğinin farkında bile değil. Bir de şöyle bitirmemiş mi: “Gn.K. Başkanlığına böyle bir davette bulunmak, haddini bilmemektir. Demokratik yaşantıyı riske sokan bir tutumdur”. Diyemiyor ki “Demokrasi, ülkeyi Gn.K’ın yönetmesidir”, kaleminden öyle dökülüveriyor.

***

Yine aynı tarihli gazeteden okuduğumuza göre, 40 “sivil toplum örgütü” Emekli Orgeneral Şener Eruygur’un komutasında, pardon, başkanlığında toplanmışlar. Demeç şöyle: “CB makamı cumhuriyetin değerlerini içine sindirememiş kişilerce işgal edilemez. Bu, TBMM’nin ulusal iradeyi temsil gücünün zayıflamasından kaynaklanmıştır”. Sayın paşanın “ulusal irade”den neyi anladığı demecine lapsus’la iyi yansımış.

***

Aslında, askerlere ve hele emekli askerlere hiç yüklenmemek lazım. Ne “sivil”ler var. 08 Ekim tarihli Milliyet, Prof. Dr. Celal Şengör’le konuşmuş. Hoca, Harp Akademileri açılış dersinde söylediklerini heyecanla anlatırken şöyle diyor: “Asker konuşmalı mı, evet konuşmalı. Ordu tabii ki darbe yapabilir, niye yapamasın? Onun görevi memleketi korumaktır. Harp Akademilerindeki dersimi de ‘Arz Ederim’ diye bitirdim. Karşımda Genelkurmay Başkanı oturuyor; ya ne diyecektim?”

Aslında bunların lapsusla falan ilişkisi yok, çünkü Hoca açık açık da söylemiş: “Asker olacaktım, olamayınca ABD’ye okumaya gittim”. Başka ilginç şeyler de anlatıyor bir kere başlayınca: “TSK’yla ilişkim çocuk yaşta, Yanya göçmeni dedemle başladı. Almanlarla ortaklık için güvenilir adam aranırken Atatürk’e onu tavsiye etmişler, ‘Şu sarı saçlı bir oğlan vardı, o mu?’ diye soruyor. Hemen kredi açılıyor ve dedem bir gecede zengin oluyor”.

***

Hepsi normal de, beni meyus eden bütün lapsuslar içinde bir tek lapsus. Ben Sayın Cumhurbaşkanı Sezer’i hep çok seve ve sayageldim. Dönemini böyle bir biçimde bitirmesi beni fena yaralıyor. Anlatayım:

Kasım 2006’da Vakıflar Kanunu yenilendi. Yargıtay 1974’te “Türk olmayanlar vakıf kuramazlar” diyerek (bu da “Müslüman olmayan Türk olamaz”ın esaslı bir lapsus’udur ya, geçelim) gayrimüslim yurttaşları “gayritürk” ilan ettiğinden beri bu insanların vakıflarına hukuk haram edilmişti. Yeni yasa bu konuda hiçbir temel düzeltme getirmedi. Örneğin, 1971’den beri hukuk dışı olarak para ödenmeden zapt edilegelen ve üçüncü kişilere satılan gayrimenkuller konusunda. Sadece birtakım iyileştirme kırıntıları getirdi. Şimdi Cumhurbaşkanı Sezer bu kırıntılara bile engel olmak için harekete geçti. Örneğin, mallarını durmadan zapt eden 15 kişilik Vakıflar Meclisinde bu vakıfların 1 kişiyle temsil edilmesi maddesini bile veto etti.

Hazin olan, Sayın Sezer’in temel veto gerekçesi: Anayasa’nın 12 Eylül ruhunu en iyi yansıtan parçası olan Başlangıç bölümü. Yani, “hiçbir etkinliğin Türk ulusal çıkarlarının, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevi değerlerinin, Atatürk ulusçuluğu, ilke ve devrimlerinin karşısında korunma göremeyeceği”. Yasa geçerse, Sayın Sezer’e göre gayrimüslim vakıfları “ekonomik ve siyasi güç” elde edecekler ve bu da Türk ulusal çıkarlarına aykırı ve ülkeyi bölücü olacak. Bu haliyle, bu veto, Ağustos 2002’deki 3. Uyum Paketiyle nihayet dur denmiş bir hukuk ucubesini, yani “1936 Beyannamesi” uygulamasını fazlasıyla hatırlatıyor.

Oysa, Sayın Sezer, Başlangıç bölümünün yanı sıra, iki şeyi daha okumalıydı: 1) Anayasa’nın Türkiye’yi “laik bir hukuk devleti” olarak tanımladığını; 2) Lozan’ın 37. maddesini.

  1. madde şöyle diyor: “Türkiye, hiçbir kanunun, hiçbir yönetmeliğin ve hiçbir resmî işlemin (bu bölümdeki insan ve azınlık haklarını koruma maddeleriyle) çelişir olmamasını ve onlardan üstün sayılmamasını yükümlenir”. Çok açık: Lozan Antlaşmasının burada sözü geçen hükümleri (md. 38-43)  hiçbir biçimde değiştirilemez, ihlal edilemez ve bu yasağa anayasa da dahildir. Çünkü Anayasa da bir “kanun”dur ve bir “resmî işlem”dir.

Bilemiyorum, şu anda “Biz, Anayasa’nın Baslangıç bölümünde sözü edilen Türk Ulusal Çıkarları karşısında Lozan falan dinlemeyiz”e kadar vardık mı. Bilemiyorum, Sayın Sezer başından beri mi böyleydi yoksa roket gibi yükselmekte olan etno-dinsel milliyetçiliğimizin cazibesine son anda mı girdi. Tek şey biliyorum: Keşke süresi, bu lapsus’tan önce bitseydi.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı