Baskın Oran

Umumi arzu üzerine tekrar: Bodrum’un muhafazakârlığı

Şu günlerde popülaritem pek yerinde. Eş-dosttan çok sayıda telefon ve elektronik mektup alıyorum, Bodrum yerlilerinin muhafazakâr olmasına  çok şaşırıyorlar.

Hiç şaşırmayın. Daha yazacak neler vardı. Mesela bakın: Bizim ailedeki işbölümü gereği ben günde 7-10 saat okuyup yazarım, bunu yapabilmem için de Feyhan geri kalan işleri –bu arada da, pazar işini– yapar (erkek aslan-dişi aslan ilişkisi). Ama şu sıralarda bir yandan belimi kuşaklarla sarıp bir yandan devasa bir kitabı bitirmekle ne kadar meşgul olursam olayım, ara sıra cuma günleri pazara gitmek zorundayım. Çünkü sevgili eşim her hafta pazar dönüşü bana çatıyor: “Alaaddin’le Mehmet yine seni sordular. Git de şunlara bir görün!”

Bunda ne var, demeyin. Çekiçte ve sele zeytinlerimi aldığım Zeytinci Alaaddin (şişmandır, cep telefonu bende mahfuzdur, zeytin lazımsa vereyim) ile peynirlerimizi temin eden Milaslı Cıngıllıoğlu Mehmet her cuma sormaktaymışlar: “Abla, enişte yok muuğ? Enişteyi de getir, accık o da gezsiin!”

Bu, mealen şu demek: “Endişedeyiz. Kocanı iki haftadır görmüyoz.  Bi durum mu vaağ? Bırakıp gitti falan mıığ? Bi uğrasın de görelim!”. İşte bu yüzden bendeniz ortalama iki haftada bir, Bodrum pazarına gidip, ispat-ı vücut etmekle mükellefim. (Hor görmeyin, tarihî kavramdır, İngiltere tarihinin ve de uluslararası insan haklarının kilometre taşlarından Habeas Corpus (“vücudunu görelim”) yasasına dayanır, tutuklanan kişinin işkence veya yargısız infaz görmek yerine hemen yargıç karşısına getirilmesini sağlamak için biraz 1679’da çıkartılıveğmiştir!)

Eh, kolay değil. Bir kere, Bodrumluların büyük çoğunluğu Giritli yani Hıristiyan denizinde Müslüman; geldikleri yerde sağlam kalabilmek için birbirlerine böyle tutunmuşlar. Sonra, bunlar göçmen yani bir Anadolulu denizinde “moacir”; burada da aynı zorluğu çekmişler. Nihayet, bu insanlar yaklaşık 20 yıldır kendi memleketlerinde azınlık oldular; bir de bu yüzden tutunmaya çalışıyorlar.

* * *

Bodrum’da muhafazakârlık deyiverince, Boyacı İsmail’i anımsamamak olmaz. Şimdilerde tahminen 75’inde falan olması gereken ve İzmir’de İkiçeşmelik’te ablasıyla paylaştığı evinde her akşam emekliliğiyle kadeh tokuşturan bu Boyacı İsmail bundan 10 yıl öncesine kadar Bodrum’un en önemli şahsiyetlerinden biriymiş.

Bir kere, muazzam güvenilir bir adammış. Ne kadar zengin yazlıkçı varsa, villalarının anahtarları İsmail Usta’nın cebinde dururmuş. Buranın “eşraf”ından bir Aloş vardır, nüfus cüzdanındaki adı Cengiz’dir ve niye “Aloş” olduğunu muhtemelen  kendisi de bilmez, seyahate çıkacağı zaman bunu çağırırmış, “İsmail, çoluk-çocuk sana emanet” dermiş, İsmail de her akşam gelip alt kata, kapının yanına yatarmış. Şimdi ad yazmak enişteliğe yakışmaz, buranın afili gençlerinden birinin (şimdi koskoca herif) İzmirli eşi Y., kocasının bilmem hangi meyhanede mumu bilmem kimle söndürmekte olduğunu istihbar eder etmez İsmail’i ararmış, “Yürü İsmail Usta, B.’yi bulcaz!”. Takarmış İsmail’i peşine, o bar senin bu meyhane benim gezerlermiş; çünkü Bodrum’da Bodrumlu bir gelinin, İzmirli bile olsa, kocasını aramak için barlara yalnız başına dalması düşünülemezmiş. Tabii, düşünülemeyecek başka bişey de, İsmail’in yanındaki kadına bir söz gelmesi!

İkincisi, İsmail Usta işini çok iyi yapan bir adammış. Yere bir damla boya dökmemekle marufmuş. Eğer evin hanımı perdeleri sökmeye kalkarsa çok kızar, bırakır gidermiş. Zaten, bundan 10 yıl önce bunca sevildiği Bodrum’u bırakıp İzmir’e kendini emekli etmesinin sebebi, eli titremeye koyulduğu için yere boya damlatmaya başlaması.

Üçüncüsü, İsmail Usta çok içen bir adammış; ama kendisini hiç sarhoş gören yokmuş, o da ayrı mesele. Feyhan o zamanlar Karadeniz Fırını’nın karşısında orijinal tablo ağırlıklı hediyelik eşya dükkanı işletiyor, bu geçerken şöyle bir döner bakarmış, Feyhan hemen “İsmail Abi, gel, bir çay doldurayım” dese, “Püüüh, sıcak su, püüüh! Kapak yok mu, kapak?” dermiş ve konyak kapağı içinde ayak üstü bir tane atıp, teşekkür eder, yürürmüş.

Dördüncüsü, gerçek bir bilge imiş. Doğuştan gelen bir felsefeci tarafı varmış. Her konuda söyleyecek bir söz sahibiymiş ve hiç duyulmamış özdeyişler söylermiş. Sevmediği insanlara, “Mezarım senden uzak olsun!” ve “Bir vagon şekerle yutulmazsın” der, sessiz sedasız insanları “Ağzı var, dili yok; Üsküdar kuzusu” tabir edermiş. Feyhan’ın rahmetli eşi bizim Hasan’ın yaramazlığından yakınacak olsa (ki, bizim Hasan da yakınılacak herifmiş ya), “Ağaca çıkan keçinin ağaca çıkan oğlağı olur” der, yürürmüş. Zaten, kafasına uymadığı gerekçesiyle muhterem selefimle pek de teşrik-i mesai etmezmiş. Evin önünden geçerken kafayı uzatırmış “Burada mı seninki?” diye ekşi bir suratla, yok cevabını alınca yüzü yumuşar, ayakkabılarını çıkarıp girer, bir kadeh rakıyı kabul eder, meze olarak sohbet eder, teşekkür eder çıkarmış.

Beşincisi, çok onurlu adammış. Akşamları vakt-i kerahet geldiği zaman çarşıdan geçerken mutlaka kolunun altında kağıda sarılmış bonfile veya balık bulundururmuş; nasıl olsa geçen eş-dosttan biri tutup evine rakı içmeye götürecek, elim boş gitmeyeyim, diye.

Biz böyle dört, beş, altı diye kaptırdık gidiyoruz ve daha söyleyecek çok şey var ama, köşem tükendi. Sadede gelelim: İsmail Usta ahlaki bakımdan çok muhafazakâr bir adammış. Bir gün bir hatunun evine boyaya gitmiş, hatun “kısacık eteklerle işçilerin yanında merdivenlere tırmanıyor” diye bir daha uğramamış. Hafifmeşrep kadınlara hiç bulaşmaz, “Kiralık bisiklet!” dermiş; hafiflik oranı daha üst düzeydekilere de, “Kiralık otobüs”. Bir ara Bodrum’da peydahlanan biraz geçkin bir “esnaf” için, “O, dermiş, İzmir’in emektarlarındandır”. İzmirli olduğu halde, özde Bodrum’un yerlisiymiş İsmail Usta.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı