Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş’ın görevinin sona erdiği 18 Aralıkta belli oldu. Cezayir Katili Fransa’nın son Ermeni Tasarısını yasalaştırdığı ise, tam bir ay sonra, 18 Ocakta.
Fantezi bu ya, gözlerimi bir an yumup düşündüm: Acaba Vural Savaş bu oylama sırasında hâlâ görev başında olsaydı Fransa’ya karşı ne yaptırımlar önerirdi:
Fransa’yla tüm bilimsel ilişkilerin kesilmesi kararını İstanbul Üniversitesi Rektörü Profesör Kemal Alemdaroğlu’na bırakmayabilirdi. Başkent ve Kafkas üniversitelerimiz yerine, yüksek okul ve kolejlerden Fransızca derslerini o kaldırtabilirdi.
Hangi mümtaz üniversitemizden olduğunu gazeteler yazmıyor, Mümtaz Topbaş isimli profesörümüzün “Yarın İngiltere de bu yönde bir karar alırsa İngilizce eğitime de hayır deriz. Bizim için önemli olan Türkiye’nin menfaati” biçiminde ortaya koyduğu ulvî hisleri o dile getirebilirdi.
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yusuf Küçükdağ hocamızdan önce, Gaziantep Belediyesinin “Cezayir Soykırımı Anıtı” dikme çalışmalarına hiç zaman kaybetmeden başlamasını o önerebilirdi. Zeugma’daki Fransız arkeologun kazı ruhsatının iptalini Gaziantep Üniversitemizden önce o isteyebilirdi.
Yalnız, eminim, İstanbul Sebze-Meyve Hali Müdürlüğünün “Fransız elmasına paydos” çağrısına, Şoförler Cemiyetinin de Fransız yolcu taşımama kararına kadar götürmeyebilirdi işi.
Ya nereye kadar götürürdü?
Nereye kadar götüreceği, Ocak 2001’deki Ceviz Kabuğu’nda “tarikatlara yakın” olarak niteleyeceği o zamanki Anayasa Mahkemesi Başkanı (sonra da, kendisini “en iyi anlayan” Demirel’in yerine cumhurbaşkanı olacak) Ahmet Necdet Sezer’in, mahkemenin 37. kuruluş yıldönümünde “Düşünce özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması için, Anayasa ve yasalar değiştirilmelidir” demesi üzerine söylediği, hepimizin milli hislerine tercüman olan şu vecizesinde saklıydı:
“Hiçbir düşünce, mülahaza, Türk milli menfaatleri karşısında koruma göremez!” (Sabah, 28 Nisan 1999). Artık, herkes kendine göre yorumlasın, “hiçbir” kelimesine de balmumu yapıştırsın.
* * *
Vural Savaş bütün bunları sadece ve sadece ülkesi için, gözünü kırpmadan yapabilirdi. Çünkü kendisi “Türk milletinin çıkarlarını her şeyden üstün tutan, onları savunmayı kimseye bırakmayan, ödün vermez bir milliyetçi” idi.
İdi de, bunca tahsil ve meslek hayatı içinde kimse kendisine diyalektik diye bişeyden bahsetmemişti. Önemli olanın, zıtların birliğini sonunda bir biçimde keşfetmek olduğunu öğretmemişti:
Her şey, kendi zıddının tohumunu karnında taşır, besler, doğurur. Özellikle de, aşırılık ve mantıksızlık, karşıdakinin aşırılığını ve mantıksızlığını haklı gösterir; en azından meşrulaştırır, dememişti.
Sinende sıkarak da bal gibi öldürebilirsin, Steinbeck’i hatırla, diye uyarmamıştı
* * *
Eğer bir şeriatçı olsaydım, Vural Savaş ve Kemal Alemdaroğlu gibi milliyetçilere rabbimin mümkün olduğunca uzun bir ömür vermesi için alnımı secdeden kaldırmaz, heykellerini dikmelere (tövbe!) kalkardım.
Eğer, Cezayir kurtuluş savaşının sürdüğü 10 yıl içinde tam 1.000.000 insanı katleden ve ondan sonra da sıkılmadan “Ermeni soykırımına adalet” diyerek Türkiye’yi suçlayan yasayı oybirliğiyle kabul eden bir Fransız milletvekili olsaydım, Vural Savaş ve Kemal Alemdaroğlu gibi milliyetçi Türklerin iyi ki doğmuş olduklarına yatar kalkar kadeh kaldırırdım.
Çünkü diyalektik icabı, çürümüş şeriatçıların ve yüzsüz Avrupalıların ortalıkta gezinebilmeleri, kendinden başka herkesi gerici ve/veya bölücü ilan eden bu Türk büyükleri sayesinde mümkün oluyor ancak.
Bizim Mülkiye’de tam 14 (on dört) tane sıkmabaş kızımız var. Sadece 14, çünkü başlarına ne taktıklarına karışmıyoruz. Karıştığımız anda, Türkiye’de ne kadar Karı Kuvvetleri varsa (koca Can Yücel!), örtünmezlerse evden bırakılmayan bu kızlarımıza “destek vermek” bahanesiyle Mülkiye’nin kapısına üşüşme fırsatı bulacak. İstanbul Üniversitesine Kemal Alemdaroğlu hocamız sayesinde üşüştükleri gibi.
En ufak utanma duygusundan yoksun olarak oyu bastıran Fransız milletvekillerinin, Türkiye’de kimi üniversitelerin ve üniversite hocalarının önayak oldukları “yaptırım”ları duyunca, içleri soğumuştur. “Oh, demişlerdir, “böyle üniversitesi olan bir ülke Ermeni soykırımını da yapmıştır; oy atan ellerimize sağlık!”.
Haksız da sayılmazlar. Bir yandan AB kapılarında diz çökerken diğer yandan Fransız bayrağını yakıp İtalyan büyükelçiliğinin tabelasını çökerten, bir yandan aman yabancı sermaye gelsin diye hukuka aykırı yasalar çıkartırken diğer yandan Fransız veya İtalyan mallarını boykot eden bir memleketin daha iyisini umması biraz zor.
* * *
Anladınız, tabii. En iyisi, kendim itiraf edeyim. Mülkiye’den devre arkadaşım ve meslektaşım Şükrü S. Gürel “Aranan zampara ben’im” deyip kurtulmuştu. Öğrenciyken ve hocayken çok sakin çocuktu. Benim gibisi mi ondan aşağı kalacak? Ben de kurtulayım.
İşte itiraf ediyorum: Emekli Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş’ın Türkiye’de bulunduğunu söylediği 200.000 hainden biri de ben’im. Hadi bakalım.