Baskın Oran

Bodrumlu oğlanlar niye okumaz?

Aynen bu başlıkla bir yazı yazacağıma söz vermiştim, işte tutuyorum ve gerekçesini de uzatmadan veriyorum:

Çünkü, enayi değiller de, ondan.

Geçen gün Feyhan, ilkokuldan sınıf arkadaşı Mürüvvet’le çarşıda karşılaşmış. Biraz dertleşirken, Mürüvvet bizim Hasan’ın komando olarak Batman’da olduğunu duyunca şöyle demiş:

“Benim oğlan da okumadı; askere gidiyo. E, haklı da çocuk! İşimiz var çok şükür, gücümüz yerinde. Noolcekmiş okuyup daa?”

Askerden gelince başına geçivereceği hazır dükkan var, banknot matbaası gibi; Allah’ın kışının ortasında hırkayla gezeceği her daim güneşli bir hava var; “Noolcek okuyup daa?” diyen cinsten, yani bırak okumayanı kınamayı, akıllılık sayan bir ortam var; e birader, belasını mı arayacak okuyup Bodrumlu oğlan?

Üstelik, hepsinden önemlisi, her cins ve milliyetten buraya “tatil geçirmeye” gelen kadınların sersebil olduğu bir ortam var! (Bundan yaklaşık 20 –yirmi- yıl önce cerbezeli bir kadın arkadaşımdan dinlemiştim de inanmamıştım: Kendisinden biraz yaşlı bir hanım arkadaşıyla birlikte kalkıp Bodrum’daki evine tatile geliyor, barda yerlilerden kendinden epey genç bir oğlanla tanışıyor, oğlanla gece eve geliyor, bir süre sonra banyoya çıktığında bakıyor hanım arkadaşı kendini oda kapısında bekliyor: “Oğlan nasıl olsa sarhoş, lütfen sen benim odaya geç, yerine ben gireyim…”. Tesadüfen, o hanımı da tanıyordum!).

Bu yüzden, Bodrumlu oğlanlar “Yokuşbaşı’ndan öteye” (yani Bodrum’un dışına)  gitmeyi aklından bile geçirmiyor. (Yerliler arasında Yokuşbaşı’yla ilgili bir deyim de şu: “Bodrum’a gelenler akıllarını yokuş başında bırakırlar, giderken de alırlar”)

* * *

Yazının başlığı bahane. İnanmayacaksınız ama, ben bugün size başka bişey anlatayım: Kentlerinde bütün olup bitene hiç aldırmayan Bodrumluların, ne kadar muhafazakâr olduğunu.

Bir kere, aynen Anadolu’nun orta yerinde olduğu gibi, burada oğlanlar kral. “Askere gidene kadar dokanma oğlana! Nassolsa askerden adam olur gelir” felsefesi hakim. Oğlanlar o kadar değerli ki, genç yaşında dul kalan kadın, oğlunu kocası yerine koyuyor. Eve çarşıdan biraz geç kalacak gibi olsa telefon ediyor, oğlum biraz geç kalıyorum, diyor. Geçen gün benim yanımda oldu, 30 yaşında kocasından ayrılmış olan bir hanım arkadaşımız 10 yaşındaki oğluna telefon etti eve, oğlan kıyameti kopardı.

Aslında, yine inanmayacaksınız ama, bu memlekette kadınların kocadan boşanmaları da asla kabul gören bişey değil. Gerekirse gık demeden çekerek de olsa, oturmak zorundalar. Tabii, eskiye göre artık boşananlar var, gelip ana-baba evine veya yandaki eve oturuyorlar ama, “mahallenin âdâbı” neyse ona uyarak. Yani, fazlasıyla  mazbut biçimde. Aziz Nesin Ustamın deyişiyle artık “Marmaris’ta paşa paşa oturan” Kenan Evren paşamızın da nereden duyduysa söylediği gibi “Ev alacaksan tuğladan, kız alacaksan Muğla’dan”ın nedeni de biraz bu, galiba.

Feyhan, 19 yıllık bir evlilikten sonra kocası vefat etmiş, hemen konu-komşu başlamış: “Ee, Feyhancım, artık çocukların var, onlarla mutlu olceksin”. Aradan yıllar geçmiş, benimle tanışıp evlenmeye karar vermiş, 5 yıl önce evlenmişiz, bana durmadan diyor ki, aman sen Bodrumluları tanıyan kimselere söyleme, ben kendim söyleyeceğim diyor, ben bişey anlamıyorum. Meğer bundanmış. Nitekim, bikaç kişi de olsa, komşulardan “tavır koyan”lar olmuş, çoğunluk da bir durup, neyin nesidir bu enişte, diye önce bir süre izlemiş. (Eh, yazarınızın bu sınavdan çok iyi geçtiğini anlıyorsunuz tabii! Ama söylemeliyim ki burada eniştelerin, “tutulmaları” şartıyla, toplumsal konumları pek kavî).

Yerli kızlar ise, bazıları artık bir biçimde atlatabiliyor da olsalar, çevrenin sıkı toplumsal denetimi altında. Örneğin bizim Neyran erkek arkadaşıyla Bodrum’da el ele dolaşmayı aklına dahi getirmez.

Ama, sizin asıl inanmayacağınız şey şu ki, bu denli Sodom-Gomore bir mekânda, kimsenin kimseye ne yaparsa yapsın dönüp bakmadığı Bodrum’da, bir yerli 1000 kişi içinde yerliyi görüyor ve izliyor. Herkes birbirini kontrol ediyor. Kimin çocuğu kimle konuşmuş, sigara mı içmiş, kızlar el ele mi dolaşmış, herkes her şeyi biliyor ve birbirine bildiriyor.

Bu, eskiden özellikle böyleymiş. “Halide Hanım, sen bu kızı çok selbes bırakıveriyon, sonra başa çıkamıycen!”. Feyhan’ın annesine yapılan bu acil uyarının nedeni, bizim müstakbel hatunun, elbiselerini sıraya koyup her gün farklı bir tane giymesi ve sınıf arkadaşı bir kızla kalkıp “her gün Camialtı’na kadar” yürüyüp gelmesi…

Bir kuşak sonrasında, bizim oğlan Hasan kursa diye evden çıkarmış, Feyhan çöp atmaya indiği zaman birisi motosikletle geçerken seslenirmiş: “Abla, senin oğlan mendirekte gaste okuyo!”.

Bunları geçmiş devir sanmayın. Geçen hafta Kumbahçe parkının oradaki Aleko’nun Kahvesine gidip, bütün berber dükkanı bir yarım ayna ile bir çantadan ibaret olan Ali Usta’ya saç-sakal tıraşı oldum, bir ara laf arasında Derviş Bey’in (Feyhan’ın babası) damadı olduğumu söyledim, “Biliyoruz herhalde!” dedi, alınmış olarak.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı