Baskın Oran

Bodrum usulü Yılbaşı

“Baskın Bey, taş gibi yaptim. Artık hiç kokmecek!”

Dalavera Mehmet Abi böyle diyor ama, bizim evin 18 yıldır tık çıkarmayan aslan lağım çukurunun, belediye zoruyla kanalizasyona bağlanması üzerine başlayan koku, üzerinize afiyet, üç günlük yoldan sonra tuz biber ekti ve hâlâ berdevam.

Gel de şimdi bir parantez açma! Dalavera Mehmet Abi, maşallah, 71 yaşındadır. Bizim evin arka tarafında oturur. Hanımı bu yaz şişmanlıktan vefat etti ama, kendisi şeker’in de yardımıyla zargana gibidir. Dipçik, mübarek. Bodrum’un “her işini” yapar. Bahçıvanlık, sarnıç temizleme, beton atma, kabir kazma, kabir bakma, kurban kesme, dam aktarma (hem de, geren toprağı serme cinsinden!), tıkanan boruları açma, daha sayayım mı. Kendisinin “Dalavera”lığı babadan kalmadır. Geçen gün bahçede koku yapan pimaş borunun dibine beton attı, yağmurdan etkilenmesin diye üzerine naylon torba serdi, onun da üzerine rüzgar uçurmasın diye odunları sıraladı, sonra kahvaltıya eve çıktık, yine anlattırdım: “Benim babam çok içkiciydi Baskın Bey! Hani, var ya, çok içiyo! (baş parmağıyla içme işareti yapıyor). Rodos’ta arkadaşiyla meyaneye gidiyo, içiyo içiyo, sonra diyo ki arkadaşina, hadi sen git beni şurda bekle ben birazdan gelcem, diyo. Kaliyo masada tek başina. Sonra, ayıptir söylemesi, meyhaneciye diyo ki, ben bi küçük su dökem gelem, diyo. Sonra o da kaçıyo! Bir, ki, üç, adı çikiyo Dalavera!”.

Üç günlük Ankara-Bodrum yolculuğumuzu es geçiyorum. Artık başka bir yazıda anlatırım karanlık bastıktan sonra Afyon’da kar fırtınasının ortasında arabanın kalorifer borusu patlayıp da sular boşalınca cepten Ford Euroservice’i arayışımızı, muhterem Ford yetkililerinin nasıl kurtulacağımıza ilişkin herhangi bir bilgi vermeyi kabul etmeden önce ahret sualleri sormalarını (araba kimin adına kayıtlı, motor numarasını kaç, şasi numarası kaç, trafiğe çıkış tarihi?), üstelik bunları arabanın garantisinin devam edip etmediğini anlamak için istediklerini, üstelik bu sorgudan sonra bir de “Ford servisiyle sizi biz görüştürürüz, cep numarasını veremeyiz!” dediklerini, Ford servisinin de, ancak iftarı yaptıktan sonra gelebileceğini söylediğini… Bütün bunları başka zaman anlatırım, şimdi aile terbiyemi bozmayayım. Bu yazıda yılbaşı eğlencemizi anlatacağım.

Bizim Ahmet’i tanıyorsunuz; Feyhan’ın kuzeni. Darkapı’dan yer ayırtmış. Alt katta bir bizim grup olacakmış, bir de Cemil İpekçi’nin grubu. Kekâ! Cemil İpekçi pek neşelidir, yaşasın böyle yılbaşı! Gittik önceden de baktık, ufacıcık, kutu gibi bir yer, çok sevimli.

Son gün Ahmet geldi, dedi ki Darkapı’nın Kerim bizi üst kata alıyor, orası daha ferahmış, Cemil İpekçi’nin takımıyla beraber oraya transfer oluyoruz. Ses ve saz sanatçıları olarak önce İkizler, sonra Üç Çingeneler sırayla üst katla alt kat arasında gidip gelecekler, dedi. İkizler, Bodrum’un meşhur tek yumurta ikizleridir, gitar başta olmak üzere bin türlü sazı çalıp söylerler. Üç Çingeneler (bu adı ben taktım) yani Romanlar da bizim Mahmut Kaptan’ın meyhanesinden aşina olduğumuz, “dört kol çengi” mükemmel bir ekiptir. Her şeyi o biçim ayarladı Ahmet. Zaten ayarlamasa, dilimden kurtulamaz, çikin ederim.

Vakit saat gelince gittik, oturduk, ama sanatkar falan yok, müzik teypten. Saat 22 oldu, yok. Üstüne üstelik Cemil İpekçi kardeşimiz de yok; demiş ki ben aşağıya rezervasyon yaptırdım, buradan hiçbiyere  kıpırdayamam, demiş.

Bizim katta müzik yok ama, aşağıda çalan fasıl ta bize kadar geliyor. Millet söyleniyor. Neyse, biraz sonra merdivenlerden bir patırtı, bizim Gipsy Kings paldır küldür girdiler, oturdular, müthiş bir coşkuyla çalmaya başladılar. Bizimki de şımarıklıkmış, iki dakika bekleyemedik. Çaldılar, çaldılar, çaldılar, adamlar yoruldular, ara verecekler de aşağıdan İkizler gelecek herhalde, ama tam kalkarken birdenbire yine oturdular ve tekrar çalmaya başladılar. Hem de bir daha kalkmaksızın. Ondan sonra herkes kıvama geldi, eller havaya, çok eğleniyoruz, çok. İkizler’den ses çıkmadı ama kimse farkında bile değil, hatta Cemil kardeşimizin bile yokluğunu hissetmedik, öylesine kıyak kafalar. Neyse, saat 03 gibi kalktık.

Ertesi gün Ahmet kahvaltıya davetli. Hiç yatmamış. Adamın üslubu bu; bütün gece dolaşıyor. Ama biraz sinirli geldi. Sorduk, anlattı: “Birader, sabah Ora Bar’da Cemil İpekçi’ye rastladım, beni görünce yanındakilere eliyle gösterdi, işte yılbaşı gecemizi berbat eden bu adam, dedi, sonra bana hitap etti, kardeşim eğer polis çağırmaya tevessül etseydim yılbaşını karakolda geçirmek zorunda kalırdınız, efendiliğime dua edin, falan dedi; ben de, bana ne kardeşim sen de çekseydin, sen de göndermeseydin, dedim. Ona sinirlendim!”.

Anlamadınız tabii. Anlamayacak ne var, çok basit: İkizler önce bizim üst kata gelip başlayacaklar, sonra aşağı inecekler, onların yerine Üç Çingeneler yukarı çıkacaklarmış. İkizler gelmeyince, bizim kat boş kalmış. Ahmet de bakmış gelen giden yok, aşağıya inip dayamış silahı çingenelerden bir sakallısı var, onun ensesine, yürüyün lan yukarıya demiş, adamların paldır küldür dalışları ondanmış. Her kalkmaya teşebbüs ettiklerinde Ahmet gözüyle işaret edermiş, oturun lan, diye. Katına bir daha çalgıcı uğramayan Cemil İpekçi’nin “gecemizi berbat eden” demesi bundanmış. Hatta, Cemil konuşmaya devam edince bizimki daha da sinirlenmiş, demiş ki, ulan sana şimdi bişey diyeceğim ama sen iltifat kabul edersin diye söylemiyorum, kafamı bozma, demiş. Adlı adınca da söylemiş. Çok kızdık tabii. Kınadık. Ayıp etmişsin, dedik. Feyhan, kendi payına, tabanca işini de kınadı.

İkizler’in niye gelemediği ise bugün duyuldu: Torba’da çaldıkları  kulüpte onların yerini alacak ekip gelememiş, onlar da oradan kalkamamışlar. Bilin bakalım niye kalkamamışlar.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı