“Türk” teriminin bir etnik grubun değil, bütün TC vatandaşlarının (“ulus’un”) adı olduğunu iddia edenlerin çok haklı oldukları bir husus var aslında: Türkiye’de etnik olarak Türk olmayan bazı gruplar “Türk’üm” diyor.
Tek kelimeyle, mükemmel. Fakat “Türk’üm” demeyen milyonları ne yapacağız? “Türk” terimini ulus’un adı sayanlar için gocunulacak yara işte tam burası. Bu insanları askerdeki “Tüfek çatılacaaaaak! Çat!” der gibi Türk yapmanın mümkün olmadığı her geçen saniye daha da kesinleşiyor. Kesinleşince de, bu yaradan kan sızıyor. Son haftalarda iki “durum” oldu, yine fena halde sızdı. Birinciden başlayalım.
Yarayı deşen rapor
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri T. Hammarberg’in 1 Ekim’de yayınlanan “Azınlıkların İnsan Hakları” adlı raporu farklılık gösteren gruplara bu ülkede nasıl muamele ettiğimizi bir MR filmi kesinliğiyle gösterdi. (bkz.)
197 paragraflık (uluslararası belgelerde paragraflar numaralıdır) bu upuzun Türkiye raporu bir büyük gazetenin çok ilgisini çekti. Ama, tek paragrafıyla. Cımbızladığı paragraf şöyle: “29) Komiser, Lozan Antlaşması’nda geçen azınlık okulları da dahil olmak üzere, bütün kamusal ve özel ilkokullarda öğrencilere zorunlu olarak her gün “Ben Türk’üm” diye başlayan ve “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” diye biten bir yemin okutulmasından kaygı duymuştur. Alınan raporlar, 2007’de kimi öğretmenlerin bu uygulamanın kaldırılması yönünde yaptığı girişimin, “halkı kanuna karşı gelmeye teşvik”ten yargıya intikal ettirildiğini bildirmektedir. Komiser, bu yargı sürecinin sonucu hakkında bilgi edinmeyi arzulamaktadır.”
Adının yanında “Türkiye Türklerindir” şiarı bulunan gazetenin koca belgede tek bir paragraf için, üstelik “etnik ayrımcılıktır” falan demeyen bir paragraf için “Ne Mutlu Türk’üm Diyene etnik ayrımcılık” tepkisiyle manşet atması bu yaranın tipik göstergesi. Böylece kimileri yine burnundan soluyacak, bütün gözler buraya dönecek. Geri kalan 196 paragrafta Kürtlerin, Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin, Süryanilerin, Alevilerin, Romanların (Rapor’un altıncı bölümü tamamen Romanlara/Sulukule’ye ayrılmış) gördüğü muameleye Rapor’un getirdiği fevkalade ayrıntılı eleştiriler dikkatlerden kaçırılacak.
Ülkemizde yasalarda, mahkeme kararlarında ve idari uygulamalarda görülen etnik ve dinsel ayrımcılığı bu sütunlarda daha önce ibadullah yazdım; “Türkiye’de Azınlıklar” kitabım da bunlarla dolu. Tekrar etmeyeyim ve ırkçılık konusundan tek örnek verip geçeyim: 1934 tarihli İskan Kanunu’nda altı kez “Türk Irkı” terimi geçiyordu. 2006 tarihli yeni İskan Kanunu’nun 4. maddesi şöyle diyor: “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olmayan[lar] göçmen olarak kabul edilmezler.” “Irk” ile “soy” terimlerinin “ne” değil “ne” olduğunu yazamam, aile terbiyem müsaade etmez.
“Ne Mutlu Yunan’ım Diyene!”
Bendeniz 28 yıldır azınlık konularıyla uğraştığım için talimliyim, ama bir tek şunun cevabını veremiyorum: Batı Trakya Türk azınlığının yine Lozan’ca kurulmuş okullarında “Yunan’ım, doğruyum, çalışkanım. Varlığım Yunan varlığına armağan olsun. Ne Mutlu Yunan’ım Diyene”biçiminde bir “dua” her sabah mecburi okutulsa, acaba birtakım insanlarımız ne yapardı? Bulgaristan’da okutulsa: “(…) Ne Mutlu Bulgar’ım Diyene.” Şimdi kurulmakta olan Kürdistan’da Türkmen çocuklarına okutulsa: “(…) Ne Mutlu Kürt’üm Diyene!”
Şimdi bir de Batı Trakya’da bunun şöyle okutulduğunu düşünün: “Yunanistanlıyım, doğruyum, çalışkanım. Varlığım Yunanistan’a armağan olsun. Ne Mutlu Yunanistanlıyım Diyene.” Ne kadar farklı değil mi? Bilmem “Türkiyeli”nin hikmetini anlatabildim mi? Hiç sanmam. Ulusalcılık, ulusal ezber dışında bir şeye izin vermeyen laik bir dindir. Nasıl din’in verileri tartışılamazsa, onlara ancak inanılırsa, ulusalcılık da aynen öyle.
Google profesörlüğü
Kanayan yaranın ikinci belirtisine gelelim şimdi. Bir haftadır, “Türkiye Türklerindir” gazetesinin bir yazarı, Radikal’de 06-11 Eylül arası çıkan dizimin “yalan” olduğunu, okurları “aldattığımı” pek sinirli bir üslupla yazıyor. Günlerce. O kadar ki, arkadaşlar telefon etmeye başladı: “Yahu, bu adama bir şey mi yaptın?” Kesinlikle yapmadım. 1980’lerde Ankara’da kız arkadaşımın kapı komşusu olarak tanıdığımdan beri tartışmamız bile olmadı. Hatta, Allah razı olsun, bana Herkül’ü (Millas) tanıştırdıydı. Her sofrada; 1977 Lenin Uluslararası Barış Ödülü sahibi, bir kitabı cunta tarafından törenle yakılmış ünlü Komünist şair Ritsos’tan “Babam” diye bahsetmesini, onun da kendisine “Manevi oğlum” dediğini aktarmasını hatırlıyorum. Sonradan böyle oldu herhalde. Hayat.
Fransızca öğretmeni şairin genel kültür ve google yordamıyla Fransa ve azınlıklar konusunu bir uluslararası ilişkiler profesörüne öğretmesine karışmak doğru değil; herkesin bir joy yapma(“kafa bulma”) biçimi var. Üstelik ben kendi denklerimle bile polemiğe girmem. Dahası, bilimsel tedbirimi almışım: Yazımın sonunda, meraklısı internetten baksın diye kaynak göstermişim. Hatta, temel Fransız resmî kaynağı internette de var: bkz.
Böyle ama, gelen telefonların yanı sıra bu sabah bir de sevgili okurum Serdar “Hocam bugünkü yazısında sanırım Özdemir İnce haklı, bir bakın isterseniz” diye yazınca artık direnemedim. Baktım, çok ilginç! Metropol Fransa’yı anlatmaya girişirken “Fransız denizaşırı topraklarında bakın ne özerklikler var!” anlamında yazdığım (Radikal, 09.09.09) şu cümleyi cımbızlıyor: “Fransa sınırları içinde olan Yeni Kaledonya bölgesinde Fransızca dili birinci değil, yerel dillerin yanında ikinci dildir; bu kadarını söylesem kâfi.”
Meğer bir okuyucusu google’dan bakmış, kendisine ihbar etmiş “Y. Kaledonya’da resmî dil Fransızca!” diye. O da, niye burayı atladım diye hayıflanıyor: “[Aslında,] benim Yeni Kaledonya’da resmi dilin Fransızca olduğunu anımsamam gerekirdi” diyor. (Hürriyet, 06.10.09)
Türkiye’de bir insan tipi zuhur etti, farkında mısınız bilmem: Yazma bilen, okuma bilmeyen. Bu, bunun fantastik bir yeni versiyonu: Yazılmamışı okuyan. Benim yazımda bulunmayan “resmî” kelimesini “okuyor” cümlede. Bu arkadaşın daha önce Fransız Anayasası vs. konusunda yazdıklarımı da nasıl “okuduğunu” net göresiniz diye, o resmî kaynaktan ilgili ayrıntıyı buraya aktarayım da, bu hazin olaydan artık kurtulayım; uğraşamayacağım:
“Fransızca savunulmalı”
*19 Mart 1999 tarih ve 99-209 sayılı, Yeni Kaledonya’ya İlişkin Kanun, Md. 215 fıkra 2: “Kanak dilleri eğitim ve kültür dilleri olarak kabul edilmiştir.”
* 26 Nisan 2002 tarih ve 70-2002/APN sayılı, Okullarda Dil ve Kültürlere İlişkin Karar, Md. 15: “Kuzey Eyaleti Meclisi, ikinci dil olan Fransızcanın öğretilmesini her seviyede savunmaya özen gösterecektir.” Orijinali: “… s’appliquera à défendre, à tout niveau, l’enseignement du français,langue seconde”. K. Eyaleti, yüzde 91’i okur-yazar olan Y. Kaledonya’nın yarısından çoğunu kaplayan eyalet. Kanaklar yüzde 77,9, Beyazlar yüzde 16,9. Fransızcanın “ikincil dil” olarak resmen “savunulmaya” muhtaç oluşu bundan.
Daha anlatayım mı? “Fransa dilleri” hakkındaki resmî kaynağın adını da vereyim: “Délégation Générale à la langue française et aux langues de France, Le Corpus juridique deslangues de France, Etude réalisée par Violaine Eysséric, Paris, Avril 2005”.
Peki, şair neden bu kadar hırçın? Diğer “Türkiye Türklerindir”ciler gibi onun da aşırı sinirliliği, tamamen, bu işin artık tarihe geçmeden tarih olmaya başladığını fark etmesinden geliyor. Geçmiş olsun.
Not 1: Baktım, “Babam” dediği Ritsos 19 yıl olmuş vefat edeli. Bu açıdan çok talihli insanmış Ritsos.
Not 2: Feyhan yazıyı görünce, ki hiç yapmaz, dudak büktü: “Cevap mı verdin?” Aydın Engin yazıyor “… cevap verme tenezzülünde bulunmayacaksın değil mi?” İkisini de ayrı ayrı teskin ettim: “Bir seferlik kusura bakma, ne olur”.