Baskın Oran

Türkiye Lozan’ı çiğniyor mu?

“Normal” bir Türk aydınına bu soruyu sorsanız, sanırım en azından irkilir. Çünkü Lozan, Türkiye’nin kuruluş belgesi niteliğinde olan, dolayısıyla ülkemizde çok yüceltilen bir uluslararası antlaşmadır.

Ama gelin görün ki Türkiye, velinimeti olan Lozan’ı fena halde çiğniyor. Bir daha anımsatayım, “Azınlıkların Korunması” başlıklı Kesim III’ün ilk maddesi olan 37. madde şöyle diyor:

“Türkiye, 38. maddeden 44. maddeye kadar olan maddelerin kapsadığı hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını ve hiçbir kanunun, hiçbir yönetmeliğin ve hiçbir resmi işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını ve hiçbir kanun, hiçbir yönetmelik ve hiçbir resmi işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir.”

Yani, Türkiye Cumhuriyeti, 38.-44. maddelerde getirilen insan ve azınlık haklarını, değil yasalarla, anayasayla bile  ortadan kaldıramaz. Oysa, yönetmeliklerle bile  kaldırmıştır. Bunlara birkaç örnek  verelim.

Din ayrımı yapmak yasaktır. Oysa, 1942’deki Varlık Vergisi uygulamasında  “G Kategorisi”ne (gayrı müslim yurttaşlar) tahakkuk ettirilen vergi,  “M Kategorisi”ne (müslüman yurttaşlar) uygulanandan yaklaşık beş kat fazla olmuştur.

Lozan’ın 30 Ocak 1923’te imzalanan senedine göre Türkiye’de kalmasına izin verilen (établi) Rum Ortodoksların hakları saklı olduğu halde, bunlardan  bazılarının miras hakkı, yabancıyla evlenmesi bahane edilerek Türk mahkemelerince ortadan kaldırılmış (Pinelopi Davası), mahkeme bu kararı verirken Lozan’ı  aklına bile getirmemiştir.

“Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyaları açılarak Lozan’ın birkaç maddesi birden çiğnenmiştir.

Vakıflar yönetmeliğinde yapılan değişikliklerle, Hıristiyan vakıf mütevellilerinin yetkileri  kaldırılmış, bu kuruluşlar dolaylı yoldan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne tabi kılınmıştır. Ayrıca, bu vakıfların 1926’dan sonra edindikleri taşınmazlar üzerindeki mülkiyetleri geçersiz sayılmıştır.

İnanç ve dinin  serbestçe yerine getirilmesi önlenmiştir. Evinde toplanıp “Hu” çekenler veya Kızılay’da İncil satanlar yaka paça gözaltına alınmıştır. Yehova Tanıkları’nın ayin nedeniyle tutuklanması  daha birkaç yıl öncesine kadar sürmüştür.

Kıyafet Kanunu ve Medeni Kanun’dan sonra Ortodoks papazların dinsel giysiyle sokağa çıkmaları önlenmiş, kilise nikâhı geçerli kabul edilmemiştir. Oysa, bunlar örneğin Rumların gelenek ve göreneklerindendir ve Lozan’ın  dünkü yazımda sözü geçen maddelerinde  gayrı müslimlere “pozitif hak” (çoğunluğun haklarından fazla haklar) olarak verilmiştir.

6-7 Eylül rezaleti gibi, yaşam hakkı dahil her türlü hakkın çiğnenmesi   durumlarını, istisna sayarak burada söz konusu etmiyorum.

Şimdi, gelelim çok daha güncel bir hak çiğnemesine. Dün de söylemiş olduğum gibi, “Herhangi bir Türk uyruğu  özel veya ticari ilişkilerinde (…)  her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında dilediği dili” kullanabilir. Buna “hiçbir kısıtlama konulmayacaktır.” (Md.39, fıkra 4).

Oysa, tek parti döneminde Kürtçe konuşanlara o zamanın parasıyla çok ağır para cezaları verilmiştir. Daha düne kadar Kürtçe konuşanlar, Kürtçe arabesk kaset dolduran ve satanlar tutuklanmıştır. 12 Eylül döneminde “Türkçe’den Başka Diller” adı altında çıkarılan ve  Kürtçe  kullanımını  binbir hukuksal soytarılıkla engellemeye çalışan yasa daha yeni kaldırılmıştır. Bugün hâlâ Kürtlerin Kürtçe Radyo-TV yayını  yapmaları Lozan’a rağmen engellenmektedir.

“Türkçeden başka dil konuşan Türk uyruklarına mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmek bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır” (Md. 39, fıkra 5). Oysa, Diyarbakır Sıkıyönetim Mahkemesi’ndeki duruşmalarda Kürtçe ifade vermek isteyen örneğin Mehdi Zana’ya neler yapıldığı henüz unutulmamıştır.

Oysa, bütün bunlar Lozan’ın açık seçik çiğnenmesidir ve  “Türkiye’nin velinimeti”nin çiğnenmesi, kimsenin umurunda  gözükmemektedir.

Sokaktaki adamdan, hatta sıradan politikacı veya devlet adamından söz etmiyorum.

Coşkun Kırca gibi,  “Kürtçe yayın vs. yapılamaz” diye fetva vermeyi kendilerine yedirebilen (veya bu yedirebilmeyi  sesini hiç çıkarmayarak  yerine getiren)  diplomasi, uluslararası hukuk  ve siyaset bilimi  uzmanlarının bilgi ve vicdanlarına fermuar çekebilmelerine şaşıyorum. Türkiye, bilim, tutarlılık ve samimiyet adına, ne diyeyim, hüzün duyuyorum.

Biliyorum, Aydınlık’ın tirajı sembolik . Beni okuyanlar daha da az. Ama, yazayım da, hiç olmazsa, “Türkiye’de bunlar yapılıyor ama, hiç olmazsa yazılıyor da!” desinler, diyorum.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı