Baskın Oran

Türk dış politikası: bir değerlendirme

Sonunda söyleyeceğimi peşinen söyleyeyim: Bu Afganistan işinde Türk dış politikası (TDP) şu âna kadar sınavı çok iyi geçti. Bence, ABD’ye asker vermedik diye, kimi dış politika yazarlarının “Birinci ligde oynamayı kaçırdık” diyerek Özallaştıkları bir ortamda, cidden takdir edilesi durumdur. Çünkü:

1) TDP’nin arkaplanı, yani dayandığı temeller fevkalade çürük: Ekonomi İMF’nin (yani, ABD’nin) iki dudağı arasında, ülke silah bakımından yüzde 79 oranında ABD’ye bağımlı, ülkenin siyasal-toplumsal sorunları (İslamcılık, Kürt sorunu, yolsuzluklar, vb.) çözülmeden bekletiliyor.

Bunlara rağmen ve koskoca İngiltere’nin kuyrukluk politikası ortadayken, ülke gencinin kanını ipotek edip borç erteletmeye çalışma süfliliğine düşmedi TDP. Tarihte kendisinden önce aynı coğrafyada kurulmuş Bizans ve Osmanlı gibi, işgal edilme tehlikesi olmadıkça başkalarının savaşına girmemesi gerektiği kuralını unutmadı.

2) Türkiye, bu hengâmede bir OBD (Orta Büyüklükte Devlet) olmanın bütün gereklerini de yerine getirdi.

Merak buyurmayınız; OBD kavramını şimdi oturup kafanızı ağrıtacak biçimde açıklamaya girişecek değilim. Ama, 15 Ekimde ilk cildi (900 s.) çıkacak olan “Türk Dış Politikası” kitabımızın kuramsal direği yaptığımız bu kavram hakkında şu kadarını söyleyeyim, yeter:

Bir OBD, süperdevletin çok önemli saydığı durumlarda ona kafa tutamaz ve onunla fazla çatışamaz. Nitekim, Türkiye ABD’nin büyük ihtiyaç duyduğu üsler, hava sahası ve lojistik destek konusunda direnme göstermedi.

Ama OBD, süperdevletten gelen zorlamalara bir miktar dayanabilir. Onunla pazarlığa girişebilir. Hatta durumu iyi değerlendirebilirse onun kimi davranışlarını da belli oranda etkileyebilir. Nitekim Türkiye, Afganistan’la ilişkiyi sürdürmeye devam etti ve ABD’ye asker vermedi. Ayrıca, “K.Irak’ta Bin Ladin var” aptal oltasını da yutmadı. Devletin bir kanadıyla (başbakan) her türlü yardımı yapmaya hazır olduğunu ilan ederken, bir diğer kanadıyla (genelkurmay) bunu ancak kendi ulusal çıkarlarının gerektirdiği kadarıyla yapacağını açıkladı. Burada, devletin kanatları arasında bir karmaşa olduğunu hiç sanmıyorum. Bu, bir görev bölümü izlenimi bırakıyor.

İşte bütün bunlar, gerçek bir OBD’nin tanımına giriyor ve Türkiye’nin değerini ABD’nin gözünde artırıyor. Türkiye İngiltereleşseydi, ABD’nin gözünde beş paralık değeri olmayacaktı. Çünkü OBD olmayacaktı. Sıradan bir küçük devlet olacaktı. Menderes döneminde olduğu gibi.

Bu arada Dışişleri alttan alta çalışıyor. Daha bu durumlar hiç ortada yokken Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Aydemir Erman ayda en az bir kere Afganistan’a gidiyor ve “bayrak gösterme” görevi yapıyordu. Ayrıca Türkiye, rejimiyle zerre kadar uyuşmadığı bu ülkede hastaneler ve konutlar inşa ediyordu.

Bu arada, bölgeyi iyi tanıyan üst düzey bir Türk diplomatı Kabil’e gitti, beklendiğinden fazla kaldı, Atatürk havaalanından Esenboğa’ya gelmesi beklenirken Washington DC’ye devam etti. Sanki Türkiye, zamanında altyapısını kurduğu ilişki sayesinde, hem ABD’yle hem Afganistan’la ilişki sürdüren ülke olarak, bir tür arabuluculuk rolü oynuyor gibime geliyor. Hatta, Türkiye aynı işi İsrail ile FKÖ arasında yapıyor, sanki.

Ama, işin en takdir edilesi tarafı bu değil. Şu ki, bu işleri zerre kadar reklam etmeden yapıyor. Allah korusun, hani meşhur fıkrayı da hatırlatır biçimde, ya hükümetin başında Tansu Çiller olsaydı! Vallahi gözümüz çıkardı.

Not: Fazla ciddi mi oldu? Hadi, ağzımızın tadıyla bitirelim. Agos abonelerinden Beşiktaşlı bir okurumun bir süre önce gelen mektubu beni pek keyiflendirdi. Sizinle paylaşayım da, bu ortamda biraz kafanız düzelsin. Aynen alıyorum:

Sizi bu konuyla rahatsız ettiğim için şimdiden özür dilerim. Ancak, geçen haftaki yazınızda size yazan öğrencinizle direkt temas kuramayacağım için sizi aracı olarak görüyorum; eğer kabul buyurursanız öğrencinizin Erman Toroğlu’ndan duyduğu olayı size kısaca nakledeyim ve nezdinizde tüm Beşiktaşlı’ları temize çıkarmaya çalışayım. Evet doğrudur. Diyarbakır taraftarına “PKK Dışarı” diye tempo tutulmuştur. Ancak:

1) Bunu yapan gurup (ki, Beşiktaş’ın ve belki’de Türkiye’nin en fanatik gurubu) kendilerine durup dururken karşılık vermemişlerdir. Maç başlamadan önce ortak yönetici (İzzet Ceylan) ve futbolcularımızın çoğunu Diyarbakır’a vermemizden dolayı benim bile şaşırdığım bir dostluk havası olmuş, her iki tarafta birbirleri lehine tezahüratta bulunarak, karşıt futbolcuları kendi türbünlerine davet etmişlerdir. Maç başlamadan hemen önce merhum Beşiktaşlı yönetici için (Şevket Belgin) yapılan saygı duruşu ve İstiklal Marşı esnasında Diyarbakır taraftarları o malum bölgesel işaretlerini yaparak, geçmiş bir olayı küllendirmiş ve hiç yeri yokken Gaffar Okan ile ilgili (acılarını anlayabiliyorum) slogan atarak saygı duruşu esnasında bizim protestocu çocuklarımızı galyana getirmişlerdir. Tabii ki sizlere tamamen katılıyorum yalnız bu gurup anlatılamaz derecede fanatik olup bazen bizleri bile çileden çıkartmaktadır! O anda belki susma haklarını kullanıp cevap vermeselerdi iyi olurdu ancak o malum işaretler ve sloganlar da Diyarbakırlılara yakışmamıştır bence!!!

Bilmiyorum şimdi belki kendi kendinize diyorsunuz ki kardeşim onca yazı yazdım hiçbir şey bulamadın’da kafayı buna mı taktın. Hayır, Baskın Bey sizi Agos’ta yazmaya başladığınız ilk günden itibaren hayranlıkla okuyorum ve gazetemizi onurlandırdığınız için size ayrıca büyük teşekkür ediyorum. Ancak, Beşiktaş’ta benim ilgi alanım ve bu konudaki hassasiyetinizi paylaşmak istedim.

2) Türkiye’de işler o kadar birbirine karışmış ve düzen bozulmuştur ki maalesef bu spora da bulaştı. Ancak sizi temin ederim ki (öğrencinizi de) politika, bölücülük, ayrımcılık Beşiktaş türbününde kesinlikle yapılmaz. Nasıl mı şöyle ki: türbünlerde herkesin kendi ideolojisini yansıtan işaretler yapılması yasaklanmış ve sadece (İstiklal Marşları esnasında) isteyenler tek sembol olan Kartal Kafası yaparak ellerini kaldırabilirler ve en önemlisi’de bu fanatik gurubun amigosu Ermeni kökenli bir Türktür. Enteresan değilmi!!?? Yazıma burada son verirken hızla yazmamdan dolayı yazımın kötülüğünden, yaptığım imla ve işaretleme hatalarından dolayı özür dilerim (bu konudaki duyarlılığınızı biliyorum). Ayrıca bu sene Bodrum’a gidemedik (kriz dolayısıyle), az da olsa sizin yazılarınızla hasretimizi giderdik, çok teşekkürler. Başarılarınızın devamı dileğiyle.

 

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı