Baskın Oran

“Sonsuz Enayilik”

Geçen hafta, Türk dış politikasının, özellikle 1990-91 Özal dönemindeki Körfez savaşı politikasıyla karşılaştırıldığında, hissedilir biçimde başarılı olduğunu söylemiştim. Acaba biraz aceleci mi davrandım? Çünkü hükümet, “NATO’nun 5. Maddesine göre Afganistan’a asker göndermek” için TBMM’den izin isteyen bir tezkereyi imzaya açtı. (Ve şu anda da, kabul ettirdiğini TV’ler söylüyor).

Hükümetin birdenbire bu tutum içine girmesinde, biri iyi diğeri kötü olmak üzere, 2 olasılık var.

İyisi şu: ABD’nin asker talebi karşısında gerek Dışişleri’nin gerekse Genelkurmay’ın uyarılarını da dikkate alarak bugüne kadar iyi direnen hükümet, Türkiye’nin ekonomi başta olmak üzere iler-tutar yerinin bulunmaması yüzünden artık bunalmıştır ve topu TBMM’ye atmıştır.

Böylece ABD’ye karşı çıkmamış olacak ve zaman kazanacaktır. TBMM’de, böyle “fırsat”ları oya tahvil etmede pek başarılı olan Tansu Çiller (“Bu Ezan Susmayacak; Bu Bayrak İnmeyecek”) hariç, ciddi bir muhalefet olduğu bilinmektedir. Üstelik, kamuoyundaki direniş daha da büyüktür: Konda araştırmasına göre (Milliyet, 09 Ekim 2001) Türk halkının yüzde 71’i ABD’nin Afganistan’ı vurmasını yanlış bulmakta, yüzde 61’i Türkiye’nin hiçbir biçimde bu harekata karışmasını istememekte, yüzde 88’i de terörün silahla önlenemeyeceğine inanmaktadır. Bu durumda hükümet, Türkiye gibi bir Orta Büyüklükte Devlet için süper devletlere “hayır” diyerek kesip atmak zor olduğundan, “ha bugün, ha yarın…” diyerek asker yollamayı sallamaya alacaktır.

Fakat ne yazık ki bu olasılık, şu anda (10 Çarşamba, saat 18.00) TBMM’de Ecevit konuşurken sıfırlandı. Gerçi genel kurul uyanık bir görünüm vermekteydi ama, Ecevit ilk önce “Dünyanın en güçlü ülkesi ABD’ye bu bizim vefa borcumuzdu” diyerek durumu açıklığa kavuşturduktan sonra, “Anlaşılıyor ki Saadet Partisi Taliban rejimine karşı açık bir tutum almayı içine sindiremiyor” diyerek, Oya Akgönenç’in çok önemli kuşkular ortaya koyan konuşmasından çok rahatsız olduğunu da gösterdi.

Kötü olasılık da şu: Hükümet ABD’nin baskılarına dayanamamıştır. 800 kişilik bir birlik yollayıp bu baskılardan kurtulmayı amaçlamaktadır. Üstelik, “askerî borçların silinmesi” gibi koskoca bir yem söz konusudur.

Oysa bu durumda, ABD kuklası S.Arabistan’ın bile asker vermeyi reddettiği bir durumda Türkiye, bütün Müslüman ülkeleri, hatta Üçüncü Dünya’yı son derece rahatsız edecek bir davranış içine girmiş olacak. İngiltereleşecek. Özallaşacak. “Başkalarının Savaşı”na soyunacak. Sonra da, nasıl Körfez savaşında 1 koyup 3 alayım derken 1/3 bile alamamışsa, öyle olacak. Savaş ekonomisi Türkiye’yi daha da batıracak. Üstelik, Türkiye terörden şikayet ettiği zaman da, “demokrasini düzelt” cevabını alıp oturacak.

Bir de, kötünün kötüsü var:: Bu TBMM izni Afganistan için bile değil, Allah muhafaza, Irak için olabilir. Çünkü:

Fevkalade çarpıtılmış bir süreç sonucunda ve kanıtsız biçimde de olsa, birçok ülke New York saldırısının Afganistan kaynaklı olduğunu kabullendi. Bunu BM Genel Sekreteri Kofi Annan da destekledi (Cumhuriyet, 03 Ekim 2001). Dolayısıyla, NATO madde 5’e göre Türkiye’nin asker göndermesinin söz konusu olabileceği tek yer Afganistan.

Ama, bunun için TBMM’den izne gerek yok ki! Çünkü Anayasa’nın 92. Maddesi “Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası antlaşmaların” izin gerektirmediğini açık açık söylüyor. Üstelik, 28 Eylüldeki MGK toplantısında asker gönderilmeyeceği açıklanmadı mı?

Bu durumda, TBMM’den istenen izin, ancak kuzey Irak’a girmek için alınmış olabilir. İşte burası, zurnanın zırt dediği delik. Çünkü, Türkiye’yi başka maceralardan hep koruyan askerlerin, kuzey Irak’ta bir Kürt devleti olasılığı karşısında çılgına döndükleri, mantık dinlemedikleri biliniyor. Onların bir “mantığı” var ama, ne yazık ki şöyle: “ABD bu harekatın Afganistan’la sınırlı olmadığını ilan etti. Demek ki bunun arkasından sıra Irak’ta. Saddam bu sefer düşürülecek. Düşerse, Irak 3 parçaya bölünür ve kuzeyinde Kürt devleti kurulur. Buna kendi gücümüzle engel olmak için kuzey Irak’a girmeliyiz”.

Girelim de, nasıl çıkacağız? “Engel olduktan” sonra ne yapacağız? Kuzey Irak bataklığında Türkiye ne kadar kalacak? 1 ay? 2 ay? 1 yıl? 2 yıl? “Gerektiği kadar”? O zaman, Özal’a niye o kadar yüklendik? Koskoca Genelkurmay Başkanı Torumtay niye kendini telef etti? “ABD’nin Kürt Senaryosu” da zaten bu değil miydi? Kuzey Irak’daki bir Kürt devletinden korkmamanın tek çaresinin, kendi Kürtlerimizi mutlu edecek bir demokrasi kurmak olduğunu ne zaman anlayacağız?

Acaba Türkiye’nin tek umudu, ihtiyar kurt Kissinger’ın “Afganistan tamam, ama Irak’a saldırı çok yanlış olur” demiş olmasına ve Blair’in (ABD’nin değil de İngiltere’nin başbakanı olduğunu nihayet hatırlayarak) Irak’a ilişkin kanıt olmadığını söylemiş bulunmasına mı kaldı?

Bir de, Allah aşkına, “Türkiye tarihî bir adım attı ve teröre karşı savaşa asker desteği vereceğini, Batı’nın ayrılmaz parçası olduğunu ilan etti” diye manşet atabilen bir “büyük” basını, ne olursa olsun bu zavallı ülke gerçekten hak etti mi?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı