Baskın Oran

Tükürük

Bugün yine televizyondan duydum: Geçen sene yaptırdığı (ve yolsuzluğunu hâlâ temizleyemediği) deri koltukları değiştirmeye karar veren TBMM, Fransa’nın yaptığı soykırımları görüşüp yasalaştırma kararını da verdi. Ayrıca, yüzde 51’i devlete ait şirketlerin bu ülkeyle olan ilişkilerini yeniden düzenleyecek. Sabah da gazeteden okudum: Başbakan Ecevit Renault markalı makam arabasını değiştirip G. Kore malı Hyundai’ye binmeye başladı.

Tarih dersi hiçbir şeye yaramaz. Sadece, dünü öğrenerek bugünü anlamaya ve yarını tahmin etmeye yarar.

Daha dün, Apo yüzünden İtalyan mallarına boykot ilan ettik. Ne oldu, şimdi kim hatırlıyor? Hatırlamamak bir yana, T. İş Bankası, astronomik bir fiyata satın aldığı, 0555 numaralı ve “Aria” isimli üçüncü GSM hattını İtalyanlarla birlikte gerçekleştiriyor. Bunlar, affedersiniz, tükürdüğünü yalamak olmuyor mu?

Tükürdüğünü yalamamak için, her boğazına takılan tükürüğü tükürmemek gerek. Daha doğrusu, ne zaman tüküreceğine çok seçerek karar vermek gerek.

Ne zaman tükürülür? Bilemem. Yalnızca, bu durumda ve en azından böyle tükürülürse, yalamanın “mukadder” olduğunu tahmin edebilirim.

Önce AB değil, ülke temelinde düşünelim:

1) Fransa’ya boykot ilan ettik. Peki, mal almayı durduracağımız bu ülke de bize aynı şeyi yaparsa, ki sonunda yapacak, yani o da bizden mal almazsa ne olacak? Dünyada kaç tane ülke gelişmiş ve kaç tane ülke azgelişmiş; en çok kim zarar eder?

2) Türkiye’de her 5 şirketten 1’i Fransız ortaklı. Yerli ortaklar ne diyecek bu işe? Unutmayalım, sınıfların kemikleşmemiş olması sayesinde Türkiye’nin “Göreli İç Özerklik” (bu terimi bigün oturup uzun uzun konuşuruz) sahibi olduğu 1923-39 döneminde değiliz artık; uluslararası kapitalizm (küreselleşme) dönemindeyiz. Böyle bir dönemde burjuva milli değil ki “ulusal” bir boykot politikası uygulayasın!

Şimdi de AB temelinde düşünelim:

1) Evvelki hafta “Fransa’ya Neler Oluyor?” başlığı altında yazdığım gibi, bu E.T. filmi artık bir Avrupa Birliği (AB) politikası. Fransa’nın arkasından İngiltere, Almanya, vs. geldi, ki bu durum devam ettikçe geleceği kesin, onlara da mı ilan edeceğiz?

2) Gözümüz kara, onlara da ettik. Kimden mal alıp kime satmaya başlayacaksın? İçinde bulunduğumuz dönem, ne 1923-39 dönemi gibi özel uluslararası koşullar sayesinde “Göreli Dış Özerklik” sahibi olduğumuz bir dönem (bu kavramı da bigün tartışırız), ne de Türkiye’nin kendi kabuğunda kavrularak üretim yaptığı 1950’ler. Ara malları ithali sayesinde üretim yapılıyor Türkiye’de artık. Sonra, başlayıverir üretimin kimi sektörlerde durması. Kimi mallara kuyrukların oluşması. Bu iş oraya varır ki, Güney Kore ile Japonya’dan başka gelişmiş ticaret partneri kalmaz.

3) Bir yandan AB kapılarında “Aman bizi içeri alın!” diye diz çök, diğer yandan AB’nin en büyük ikinci ortağına boykot ilan et. Girdiğin Gümrük Birliğinin kuralları ne olacak, elleri armut mu toplayacak imzaladığımız anlaşmaların? (İMF’den hiç bahsetmiyorum). Var mı böyle bir lüksü Türkiye’nin? Ayrıca, duymuş muydunuz, uluslararası hukukta boykot “Savaşa Varmayan Zorlama”lardan biridir.

Bir de, hiç aklınıza gelmediğine bahse girebileceğim bir açı daha var: Avrupa’daki Türk işçileri hiç düşünmüş müydünüz? Zaten faşizmin yetişmesi için epey bereketli bir toprak oluşturan Avrupa’da o zavallıların hali ne olacak? Türkiye aleyhtarı bir-iki yazı, Türkiye Büyükelçiliği önünde bir-iki gösteri, ondan sonra kundaklanan Türk işçisi evleri… Var mı Türkiye’de ayaklarını uzatıp gerinen lümpenlerin, boykot diye sokağa dökülüp, Avrupa’daki proletaryamızı o duruma sokması diye bişey?

Milliyetçilikten nefret ediyorum. Irkçılığa kolayca kayabilecek olmasından değil (bkz. Ekim 2000’de yazdığım “Irkçı mısınızdır?” başlıklı yazı): İnsanın kalbini o denli hızlı çarptırıyor ki, beyninin işlemesini önlüyor.

Not: Yazı yine tatsız bitti. Tek yapabileceğim şey, sizlere Brezilya Sao Paolo’daki Aiko’dan, yani Hayko’dan aldığım mektubu aktarıp yüzünüzü güldürmek. Ben Hayko’yu, üslubundan, genç bir delikanlı sanmış ve “… yanaklarından öpüyorum. Annene, babana, varsa daha büyüklerine çok selamlar” demiştim. Halt etmişim. Neyse, buyurun okuyun:

Hello, selam, parev, hola… Sevgili yeni dostum. Kusura bakma, az bilirim turkce ve ermenice… Burada portukesce konusuruz, ama iyi ispanyolca bilirim… Yasym 67, babam bilecikten geldi 1919’da, ben kuçukken ondan az turkce ve az erm. ogrendim ama 40 iyl oluyo babam oldukten sonra hep unuttum.. Yeni basladym NET ile, azar azar, yavas yavas, ogrenyorum… Yazynyzy ben yalynyz ogrendim, burada bir gazete var UYANYN isminde, onu okumaktan turk yazysyny ogrendim. Ben once elektronik injineer islerdim (televizionda) su an benzin istasyonum var, ben, oglum ve iki torum beraber isleriz istasyonda. Tabi istasyon bilirsin. Brezilya 165 milion milleti… Bizim hyrkyz politikller olmasaydy, dunyanyn en boyuk en iyi yer olabilirdi…Buramyz çok boyuk, ve çok zengin toprak. Bana cevap verirsen, sana gene yazarym… Burayy sana anlatyryrym. Sana iyi bak … Brezilyadan dostun, AIKO

 

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı