İngilizce bir elektronik mektup aldım. Sizlere iletmek ve sonra üzerinde konuşmak üzere tam çevirisini yaptım, hatta Agos’a yollamadan önce kendi özel dağıtım listeme bile dağıttım, ama son bir defa okuduğumda zihnimi çelen bitakım şeyler gördüm.
“Ben genç bir Ermeni olarak sizi okuduğumda midem bulanıyor” dediğine göre gençti; “Geçen gün Zaman gazetesine verdiğiniz iğrenç mülakatı okudum (…) ve “[Türkler] geçen haftaki Hürriyet’te çıkan ve Komitas Vartabed’in heykeline siğen rezil köpek resminin de gösterdiği gibi, bizimle alay etmeye devam ediyorlar” dediğine göre de Türkiye’deki gazeteleri günü gününe ve büyük özenle izliyordu.
Agos’u aradım; Hrant’ın aynı veya benzer kaynaktan aynı üslupla daha önce birkaç mektup daha aldığını ama aldırmadıklarını, bunun büyük olasılıkla Agos’un rasyonel çizgisini beğenmeyen ve gazete ile diasporayı kanlı-bıçaklı hale getirmek isteyen bitakım kişiler tarafından yollandığını tahmin ettiklerini söylediler.
Bu gözle okuyunca, ben de aynı havayı hissettim. E-posta adresi ABD’den alınmıştı (aol) ve imzanın altında Los Angeles yazıyordu ama, büyük olasılıkla, Ermeni milliyetçileri arasında mevcut olduğu bilinen yaygın e-posta ağıyla ABD’ye gönderilerek oradan postalatılmıştı. Bu sefer gazetenin köşe yazarlarına da gönderildiğinden, amacın, Gerek Hırant Dink’e gerekse Türkiye’ye sövüp sayan mektubun gazetede bir biçimde yayınlatılmak olduğu anlaşılıyordu.
Böylelerine amaçlarını gerçekleştirme fırsatı vermemek lazım. Ama mektup, bana kimi saptamalar yapma fırsatı verdi. Şöyle:
1) Ermeni diasporasının zavallı durumu: Zavallı, çünkü kendini ne olduğuyla tanımlayamamak yüzünden, “neye karşı” olduğuyla tanımlayan herkes zavallıdır. Çünkü bu diaspora, gelişmiş Batı ülkelerinde asimile olmaktan kurtulmak için, yöntemi “Bizleri derin bir kuyunun 1915 m. dibinde tutmak” olan bir nefret kampanyasına mahkum etmiştir kendini. (Yukarıdaki siyahla yazılı deyim, Hrant Dink’e aittir).
2) Türk “milliyetçi”lerinin zavallı durumu: Tırnak içine aldım, çünkü kendilerini milliyetçi sanan bu insanlar hem oraya buraya fiilen saldırarak Türkiye’yi daha da kötü bir duruma sokuyor; hem de Türkiye’nin çözüm alternatiflerini, Azerbaycan’ı gözeteceğim diye engelliyor.
3) Bizim Ermenilerin iç kıyıcı durumu: Doğruyu söyledikleri için dışarıdan “MİT ajanı”, Ermeni oldukları için de içeriden “hain” muamelesi görüyorlar. Devletimiz onların vakıf mallarına 1970’lerden beri kanunsuz olarak el koyuyor, onlar ise “Kurumsal sorunlarımızı dışarıda değil, TBMM’de halledeceğiz” diye yırtınıyorlar.
Ama, en tedirgin edici saptama bu değil. Şudur:
4) Türkiye’de en aklı başında dediğimiz insanların üzücü durumu: Aklı başında derken, örneğin Deniz Baykal Pera Palas’ta bir toplantı tertip ediyor, Türkiye Ermenileri Patriği Mesrop Mutafyan da daveti kabul etmiş, davetin adı: “Bizim Yabancılarımız”!
Hürriyet’te Ertuğrul Özkök’ün, toplantı fikrini överken yazısında kullandığı başlık: “Onların Gurbetçileriyle Aynı Masada”!
Ama, ne Mülkiye’den hocam ve meslektaşım Baykal’ın, ne de aynı ocaktan kardeşim Ertuğrul’un kabahati var sayılır. Koskoca Yargıtay, gayrımüslim vatandaşlarımızın vatandaş olduklarını bilmeyip onları “yabancı” saydıktan sonra, Baykal ile Ertuğrul’un ne kabahatı var?
Şaşırmamanız için, hemen, bir gayrımüslim vakfına yapılmış bir bağışın iptaline ilişkin olarak Vakıflar Genel Müdürlüğünün açtığı davada Yargıtay’ın verdiği şu kararı aktarayım:
“(…) koşullar dışında yabancıların Türkiye’de mal edinmeleri yasaklanmış olup, bu hükümler kamu düzeni ile ilgili olduğu için davalı kurumun bu konudaki yasa dışı eylemine davacı idarenin karşı çıkmasında ve kanunsuz tasarrufun iptali için dava açmasında kanuna aykırı bir yön yoktur. Bu itibarla yukarıda açıklanan nedenlere ve mahkeme kararında gösterilen diğer gerekçelere göre yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile hükmün onanmasına oybirliğiyle karar verildi”. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 24.6.1975 tarih, 3648-6594 s. karar).
Yani, mütevellilerinin birer TC vatandaşı, kendilerinin de birer TC tüzel kişisi olması, bu gayrımüslim vakıflarının yabancı sayılmasını engelleyememiştir! Türkiye’deki kafa yapımız budur!
Eğer merak ettiyseniz, vakıf avukatının karar düzeltmesi istemesi üzerine aynı dairenin 11.12.1975 günlü E:975/11168, K:975/12352 sayılı kararı, yukarıdakinden daha az ilginç değil:
“… davalı mülhak vakfın Türk vatandaşları tarafından kurulmuş olmasına karşı[n] onama kararında ‘yabancıların Türkiye’de taşınmaz mal edinmelerini yasaklayan yasalardan söz edilmesi’ bir yanılgı sonucudur. Bu nedenle (…) [bu tümcenin] düzeltme yolu ile onama ilamından çıkarılmasına, bunun dışında (…) düzeltme isteğinin reddine (…) oybirliğiyle karar verilmiştir”. (Yuda Reyna ve Yusuf Şen, Cemaat Vakıfları ve Sorunları, İstanbul, Gözlem, 1994, s.90-93; ayrıca Yeni Yüzyıl, 27.8.1997).
İzninizle burada bitiriyorum; yerim kalmadığı için değil, söylenecek fazla söz kalmadığı için.
Fransız konsolosluğunu bombalayacak yerde, aklımızı başımıza alsak artık, sözünden gayrı…
Not: İki gün önce bir mektup daha aldım. Yine Ermeni diasporasından birinden geliyordu. Bu diasporanın yekpare olmadığını göstermesinin yanı sıra, çok da naif ve hoş buldum; içimi ısıttı Aiko Hadykian, yani, Hayko Hadikyan (eldorado@intercanalum.com.br). Aynen şöyle yazıyordu:
Hello…Selam….Parev…Brezilyadan. Hayeren kiç kidem, paitz gy hakynam kyçmy. Turkcede az bilirim, ama iyi anlarym, Sao Paulo, Brezilyada dogdum,…Kuçukken babamdab az turkce ve az ermenice ogrendim, ama seneler oldu, unuttum, su an net ile konusmaktan, acyk ogrenyorum…Burada portukesce konusuruz ama iyi ispanyolca bilirim bana biriniz yazarsa, çok memnun olurum. Bir birimizi taysabiliriz o zaman…Brezilyadan Aiko.