‘Ölçemediğinizi anlayamazsınız ve yönetemezsiniz’i önemsersek, benim gazete arşivindeki “ AKP ’nin Sevapları” klasörü 5,93 MB, “AKP’nin Günahları” klasörü 17,4 MB. Fakat, “sevaplar”ın megabaytına tek başına zirve yaptıran bir konu var: Askeri vesayetin kaldırılması.
Bendeniz için esas önemli olan, karşımdakinin silahlı olmaması. Bu sağlanmadan siyasi mücadele yapılamaz. Hiçbir şey yapılamaz. Bu, Atatürk ve İnönü’den bu yana hiç başarılamamış muazzam bir olay. Tabii, bu başarıyı hazırlayan, büyük ölçüde, bizzat TSK’nın inanılmaz taşkınlıkları oldu; durmadan darbeler, muhtıralar, önemli-önemsiz her bir şeye (bip!) karışmalar… Ama hakkını yememek lazım, AKP Ergenekon konusunda çok sağlam bir siyasi irade sergiledi. Askeri Yargı denilen “terimlerdeki çelişki”yi nispeten makul boyutlara indirdi. Tören ve toplantıların yönetilmesi gibi çok önemli simgelerle, o hukuk dışı askeri vesayete haddini bildirdi. Helal olsun. Daha yapılacak neler var neler ama, Tanrı esirgeye, CHP olsa daha bir milyon ışık yılı gerekirdi de, sonuç yine böyle olmayabilirdi.
Askeri vesayet gitti…
Gitti de, 1930’lar Kemalist’i olmayan, paranoya sahibi sayılmayan insanlarda bile “Sivil vesayet oluşuyor” alarmını doğuran bir ortam büyüyor şu anda. Sebepleri çok açık. Küçük sebep: Erdoğan’ın otokratik kişiliği. Büyük sebep: CHP diye bir muhalefetin olmayışı. Kişilik ne olursa olsun, adam gibi bir muhalefet olsaydı bu olmazdı. Belirtilerini şöyle toparlayabiliriz.
1) Tutuklamalar birinci planda. Yargı her önüne geleni tutukluyor, insanlar içeride yatarken iddianame hazırlamak çok uzuyor. Ergenekon ve benzeri davalarda tutuklama gerektirmeyen durumlar tutuklama dolu. Bu yüzden, Derin Devlet belasından kurtulmak açısından Türkiye’nin eline geçmiş bu muazzam fırsat heba oluyor. Çok sayıda gazeteci de içeride. İki satırlık kanun çıkartıp bireye karşı suç işlememiş bir sürü ikinci derecede sanığı mesela elektronik kelepçeyle ev hapsine almak çok mu zor? Tecavüzcüyü, hırsızı, katili, gaspçıyı, vs. Hizbullah skandalındaki gibi salıvermeksizin? Askeri vesayet döneminde de tutuklama bir ceza idi.
2) Deniz Feneri meselesi. Çok ciddi. Not düşülsün diye söylüyorum, şu anda gündemde iki farklı gruba feci darbe vuracak iki olay mevcut: a) “İnternet Andıcı” diye anılan, Genelkurmay’ın AKP iktidarına (kendi amirine!) karşı karalayıcı neşriyat yapmak için devletin parasıyla internet sitesi kurup işletmesi olayı Ergenekoncuları vuracak, b) Deniz Feneri skandalı AKP’yi vuracak.
Fener hikayesi çok vahim
HSYK’nın üç savcıyı hiç tatmin edici olmayan bir gerekçeyle görevden almış olması, AKP’ye karşı ithamları sadece büyüttü ve daha da büyütecek. Bu olayın iki benzerini hatırlarsak belki vahameti daha iyi anlaşılır: Kenan Evren’e iddianame düzenleyen Adana Savcısı Sacit Kayasu 2000’de, bombacı astsubaya “Tanırım, iyi çocuktur” diyen Org. Büyükanıt’a iddianame düzenleyen Van Savcısı Ferhat Sarıkaya da 2005’te meslekten atılmıştı. Yine HSYK tarafından. İkisi de, askeri vesayetin kalkmamış olduğu dönemde.
3) Kanun Hükmünde Kararname (KHK) olayı. Halk henüz farkında değil ama, farkına varınca çok geç olacak. 12 Mart cuntasının getirdiği ve hiç tartışma olmaksızın kanun yapan istisnai KHK yöntemi artık kural olmaya başladı. “Özerk” kuruluşlar bakanlara bağlandı: RTÜK, SPK, Kamu İhalesi Kurumu, Rekabet Kurumu, TMSF. Bunlardan çoğu, Kemal Derviş’in gelip 2001 krizinden sonra ekonomiyi adam etmesini temsil eden kurumlar. 2008’den beri süregelen büyük kriz niçin bize (bizzat Başbakanın tabiriyle) “teğet geçti” sanıyorsunuz? TÜBA da artık üçte ikisi dolaylı hükümet (YÖK) ve doğrudan hükümet tarafından atanan memurlardan oluşacak. Kanunla getirilen özerklik KHK ile kaldırılır mı? 12 Eylül’ün Beşibiyerdesi oturup kanun yapıyordu, şimdi sayı 36’ya (kabine) çıktı.
4) Kürt sorunu. Askeri vesayet döneminde PKK şiddetinin tek ilacı devlet şiddeti olarak görülüyordu, şimdi de öyle. Tamam, bir sürü reform yapıldı. Tamam, PKK fevkalade yanlış yolda gidiyor, öldürdüğü veya kaçırdığı her insanla Kürt haklarına çok büyük zarar veriyor, BDP tam bir acizlik içinde, ne yapıp yapmayacağını bilemiyor. Ama Kandil’e operasyon veya oraya askeri üs müdür yani Kürt sorunun çözümü? Askeri vesayetin kalkmadığı dönemde de çözüm askeri değil miydi?
Hrant’ın günleri geliyor…
5) Hrant’ın katli. Askeri vesayet döneminde Hrant’ın katilleri sivil-asker-polis yetkililer tarafından açıkça gizlenmişti. Bu konuda da gelişme yok. Oysa kararlı bir hükümet bu olayı çorap söküğüne döndürebilir. 15 Eylül, canım ciğerim Hrant’ın doğum günü. 19 Eylül, katledilme duruşmasının günü. Geri kalan yerimi Hrant’ın Arkadaşları’nın Başbakan’a Mektubu’ndan kimi satırlara ayırmak istiyorum:
“Sayın Başbakan, arkadaşımız Hrant Dink’i öldürdüler. (…) ‘Namus Sözümdür Adalet’ diye ölü evinde ant içtiğiniz halde, Hrant Dink’i işaret parmağıyla gösterip ‘bunu’ diyen yardımcınızı ‘Meclis Başkanı’, resmi makamında adamları resmen ‘yakarız canını bak’ diyen valinizi ‘Vekil’, emanet edilen canı kollamayıp kötülerin işini kolaylaştıran Emniyet Müdürü’nüzü ‘Vali’, 17 yaşındaki O.S.’yi kocaman ‘Ogün Samast’ ettiniz.
Kan adaletle susar, şikayetçiyiz. İsim verdik soruşturun diye, İçişleri Bakanınız olmaz onlar bizim çocuklar dedi. Dışişleri Bakanınız AİHM savunmasında bu toprakların yiğit evladına “Nazi” dedi. Çevik kuvvetleriniz Rakel Dink önlerinden geçerken katillere yazılan methiye türkülerini mırıldanarak Beşiktaş Adliyesi’nde koro yapıverdi. Katillerimizi adalet evine getiren Jandarma, cezaevi aracına ‘Ya sev ya terk et’ diye yapıştırma asmıştı.
Sayın Başbakan, nedir daha derine inmeyi engelleyen o büyük kasabanın sırrı? Nedir sözünüzü tutmanıza mani olan? (…) ‘Bu ülkede hiç kimse ruh tedirginliğiyle yaşamayacak artık’ diyordunuz Hrant’ın veda mektubuna atfen. İnanın tedirginliğimiz her zamankinden büyüktür. (…) O Anadolu Toprağı’ndan Hrant Dink’in payına bir metrekare toprak düştü; mezarıdır! (…) Adalet nöbetçisi ‘Hepimiz Hrant’ız’ diyen yüzbinlerin eli hâlâ vicdanında… Cevaplarımızı almadan susmayacağız, sormaya devam edeceğiz.”