Baskın Oran

Sidik yarışı

Sene ya 1985’tir, ya 86, o sıralar  küçük çocuklara akşamları Fransızca dersi vermekle geçiniyorum, ama buzlu Ankara karanlıklarında altımdan bazan kızak gibi kayıp giden bir arabayla bir öğrenci evinden diğerine dilenci postası gibi dolaşmak, ayakkabı çıkarmak, teşekkür ederim yeni içtim çay istemem lafını tekrarlamak yormuş olacak ki, komşum Selim İlkin hoca aracılığıyla AnaBritannica’dan iş önerisi gelince kabul ettim.

Bir zamanlar eski bir sefarethaneymiş, şimdilerde ise yıkılıp apartman yapılmakta olan, Esat Caddesinin Akay’a yakın tarafındaki o iki katlı koca köşkte Maya Matbaası vardı. Ansiklopedinin  yapılabilirlik çalışmalarına orada başladık. Hatta,  öğle yemeklerini de basımevinin karavanasından yiyoruz, aşçıbaşının adını bugün unuttum ama, pilavı -bütün erkekler gibi- annemden gördüğüm gibi yani ezik ezik sevdiğim halde, o adamın tane tane pilavının enfes tadı hâlâ damağımdadır.

Günlerden bigün, o  sıralar Batı Trakya kitabım henüz çıkmış,  yaşlıca bir adamın beni görmek için salonda beklediğini söylediler.

Çıktım, ufak tefek bir zat. Batı Trakya kökenli bir emekli subaymış. Başladık yarenliğe. Tabii onun vakti gayetle bol ama, bizim iş sıkışık, İstanbul’dan yapılabilirlik raporunu bekliyorlar, ben yeni başlamışım, iş arkadaşlarımı tanımıyorum, doğal olarak aklım içeride. “Hayranım” ise Batı Trakya’yı halletmiş, Ege Denizi sorunlarına girmiş, yürüyor…

Derken, adamcağızın şöyle dediğini işitmeyeyim mi:

“Beyefendiciğim, casus belli diyorlar. Tabii ki belli casus! Casus içimizde!”

“İçimizde” derken neyi kastettiğini bugüne kadar anlayabilmiş değilim ama, “Tabii ki belli casus” derken neyi söylediğini anında anlayıverdim: Latince “savaş nedeni” anlamına gelen ve kazus belli diye okunan “casus belli”yi söylüyordu!

Ege’deki manevralar yüzünden yaklaşık on gündür Türkiye ile Yunanistan arasında çıkan sidik kavgası, çoktandır unuttuğum bu olayı anımsattı gene. Sidik kavgası deyimini hoşgörün, çünkü Türk-Yunan ilişkilerini yıllardır iyi-kötü izleyen biri olarak, bu seferki kavgayı iyi anlayamadım.

Evet, 16 Kasım’da yürürlüğe giren BM Deniz Hukuku Sözleşmesi karasularının 12 mile kadar çıkarılmasına olanak tanıyor ve Yunanistan’ın bunu Ege’de yapması halinde Türkiye felç olacak. Evet, yakın deniz alanlarında yapılacak manevralarda bir kaza olup tarafları anlamsız bir çatışmaya götürebilir. Bunları tabii ki herkes gibi ben de anlıyorum.

Fakat, hem sözleşmeye göre ülkeler böyle bir uygulamaya ancak bir yıl sonra gidebilecekler, hem de Yunanistan, 12 mil’in hakkı olduğu halde bunu uygulamayacağını açıkladı. Hükümet sözcüsü Venizelos, sözleşmenin “zorlayıcı” olmadığını, yürürlüğe girmesinin Yunanistan’ın 12 mili ilan edeceği anlamına gelmediğini söyledi.

Uluslararası ilişkilerde tabii ki  “beyan” yeterli değildir; koşullar uygun düşerse ülkeler beyanlarını unutuverirler. Ama hem Türkiye’nin fazlasıyla köşeye sıkışacak olmaktan gelen alabildiğine kararlı tutumu ortada, hem de 12 mil uygulaması başta Rusya olmak üzere tüm Karadeniz ülkelerini (hatta, başta ABD, tüm denizci ülkeleri) Ege gibi yarı-kapalı, özel koşullarla dolu bir denizde fazlasıyla zora sokacak. Durum böyleyken, 16 Kasım geliyor diye savaştan bahsetmek niye?

Üstelik, Yunanistan’ın ne yapması bekleniyor? Kendi kamuoyu önünde kalkıp da “Ben 12 mil hakkımdan ebediyyen vazgeçiyorum” demesi mi? Hangi ülke bunu yapabilir?

Manevraların çakışmasına gelince, Dışişleri sözcüsü Ferhat Ataman açıkladı: Böyle bir çakışma yok, yalnızca 20 Kasım’da iki taraf arasındaki mesafe daralacak. Peki, ufak bir görüşme sonucu bu mesafe biraz açılamıyor, öyle mi?

Bu durumda, gel de olaya sidik yarışı deme. AGİK kurallarına göre, Batı ve Doğu blokları manevralarını birbirlerine altı ay önceden bildirirler ve ayrıca gözlemci gönderirler. Aynı kuralı, aynı blokun içinde katmerli müttefik olarak yer alan Türkiye ve Yunanistan’ın uygulayıp eşgüdüm sağlamamasına başka ne ad verilebilir? Barış getirici kurallar illâki sıcak çatışmadan sonra mı getirilir?

Yunan basını da varsanız baksanız aynıdır ama, Türk basını bu konuda gene felaket bir görünüm verdi.  Bizim basın, sokaktaki  cahilden kesinlikle daha geri. Bu tür “Kurt  geldi!” çığlıkları, basını okur gözünde daha da düşürüp,  gazete satışlarını yarın daha da azaltacak.

Ya Çiller hükümeti?  “Demokrasi paketi”ni koalisyonun yaşam süresi içinde bu zavallılaştırılmış haliyle bile çıkartmamak için bula bula Ege krizini mi buldu, yoksa, daha da kötüsü, gittikçe “milliyetçi-mukaddesatçı”laşan PKK milliyetçiliği karşısında “şahlanan” Türk milliyetçiliğini kaşımak için Ege’yi fırsat mı sayıyor?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı