Baskın Oran

Sevmek ve öldürmek…

John Steinbeck’i (1902-1968) tanır mısınız? Aydınlık’ı genellikle bir DGM savcıları, bir de solcular  alır, iki grup da (farklı nedenlerle!) onun ABD’de Büyük Bunalım yıllarında geçen ve göçmen tarım işçilerinin kötü yaşam koşullarını anlatan Gazap Üzümleri’ni (1939) okumuştur.

Steinbeck’in bir de Fareler ve İnsanlar’ı (1937) vardır.  Dev vücutlu ama geri zekalı Lenny, “fazla” sarıldığı bir kızı öldürüverir!

Türkiye’de de, üniversiteyi sevenler arasında, “fazla sevmek” yüzünden onu öldürmekte olanlar var. Bunları ikiye ayırmak mümkün:

Birinci grubun bugünlerde tipik “Esas Oğlan”ı DYP Çanakkale milletvekili Süleyman Ayhan üstadımız. Üniversiteyi ve öğrencileri o kadar seviyor ki, bir hafta kadar önce TBMM’ye bir yasa önerisi verdi ve 1990-91 döneminden itibaren okullarından ilişiği kesilmiş öğrencilere af çıkarılmasını istedi. Bu, 10 yıl içinde çıkarılan 6. öğrenci affı olacak.

Öğrencilerimiz Süleyman Amcalarının gidip elini öpmeli, binlerce teşekkür etmelidirler. O, onların babasıdır. Süleyman Ayhan, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi rektörü Prof. Mete Tunçoku’nu, İlahiyat Fakültesi açmadığı için, Cumhurbaşkanı adaşı Süleyman Demirel’e şikayet eden (ve görevden attıran!) kişidir.

Aynı Süleyman Ayhan, ülkemizi çok sever ve ulusal çıkarları akla hayale gelmez biçimlerde savunur. 15 Haziran 1994 günü Show TV’nin akşam bülteninde gazeteci Hakan Aygün’e verdiği demeçte, Fener Rum Patrikhanesinin TÜRKSAT uydumuzun düşmesinden nasıl sorumlu olduğunu uzun uzun anlatmış, ayrıca bu konuda TBMM’ye soruşturma önergesi verdiğini belirtmiştir. İşte, öğrencilerimize af çıkmasını isteyen kişi, böylesine mübarek bir kişidir.

Üniversitemizi çok sevmek yüzünden Lenny gibi öldürmesi olası ikinci grup, bazı halk dostu aydın kardeşlerimizdir. Bunlar üniversitenin “tüm halk çocuklarına” açık olmasını, Anadolu’da başka üniversiteler de açılıp hizmetin “halka indirilmesi”ni, ayrıca üniversitenin harçsız olmasını savunurlar.

Söylemesi üzüntü verici ama, asıl Lenny’ler bunlardır.

Çünkü, üniversiteyi her lise bitirenin hüüüp girmesi gereken beleş yer olarak gören bu popülist zihniyet sonucu:

1) Üniversitelerde öğrenci sardalya istifidir, araştırma ve uygulama sıfırdır, kütüphanelerdeki en yeni kitap 1980 yılındandır, iyi hocalar durmadan özel üniversitelere geçmektedir.

Çünkü YÖK’ün devreye girdiği 1981’den 1994’e kadar yükseköğretim kurumlarının sayısı yüzde 252, öğrenci sayısı yüzde 150 artmıştır, aynı dönemde öğretim elemanı sayısındaki artış, çoğu sübyan asistan olmak üzere, yalnızca yüzde 93’tür. Haylaz öğrenciler aflarla durmadan geri dönmektedir. Bu kadar öğrenciye ders değil, ancak yasak savmak için vaaz verilir.

Çünkü, hocası olduğum Ankara Üniversitesi bütçesinin bu yılki  artış oranı, yıllık enflasyon oranı yüzde 108 olan bir ülkede, yalnızca yüzde 37,5’tir.

Çünkü, resmî üniversitelerde en kıdemli profesör 20 milyon, Bilkent’te ise (lojmanlar vb. hariç) 54 milyon almaktadır. Birinciler fakülteye yabancı kitap getirtemezken, ikinciler istedikleri kitabı üç haftada getirtmektedir.

2) Her köye üniversite açılması sonucu, üniversite köylüleşmiş ve şeriatçılaşmıştır. Bu konuda o kadar yazıldı çizildi ki, fazla örnek vermem anlamsız. Yalnızca, Ankara’nın burnunun dibindeki Kırıkkale Üniversitesine hoca olarak İslamcıların bile değil, artık yalnızca Nurcuların  alındığını söyleyeyim de, Bekri Mustafa fıkrası gereği, siz gerisini tahmin edin.

Artık, üniversite konusunda geri zekalı popülizmi bırakıp, ayağımızı yere basmanın zamanı çoktan geçmiştir.

Büyük kent dışında, “Ah, Köy Enstitüleri!”  nostaljisiyle üniversite olmaz.  Bunca öğrenciye bu kadarcık hocayla üniversite olmaz.  Havanın, suyun, apteshanenin parayla olduğu dönemde her hevesi kabaranın girmek istediği beleş üniversite olmaz.  Hesabını oturup yapın, hukuk fakültelerinde 45, tıp fakültelerinde 115 paket yabancı sigaraya  eşit olan harçlardan şikayet eden, ilkokulun yılda 50 milyon olduğu bir ülkede  zenginlerin çocuklarını yükseköğretimde bedava okutan zihniyetle üniversite olmaz!

Zırt-pırt üniversite açmayı ve af çıkartmayı köylü parlamenterlerin elinden alırsın. Üniversiteyi  paralı yapar, parasız ve başarılı olmak şartıyla her öğrenciye adam gibi burs, hocasına insan gibi para verirsin. Üniversite sınavına girmeyi, liseden ve önlisanstan iyi dereceyle mezun olmaya vs. bağlar, gerisini açık öğretime  yollarsın. Bunlar “üniversite”nin önkoşullarıdır.

Bunlar olmadan üniversite olmaz mı? Niye olmasın? Aptessiz namaz yok mu?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı