Baskın Oran

“Şahin” falan değil, “akbaba” bunlar!

Şu sıralarda, iktidarın büyük ortağı DYP kanadı içinde bir akım var. “Aman, 12 Eylül gelir, gelmemesi için ordunun istediği olağanüstü önlemleri alalım.”

Bu düşünüş biçimini 12 Mart 1971’de de aynen  yaşadık  ve sonuçta  “hediyesi” olarak bir de 12 Eylül 1980 darbesi yapıldı. Çünkü hem ordu gücünün farkına varmış, hem de uygulanan devlet şiddeti Kürt milliyetçiliğini beslemiş, bu da (aynen İstanbul Boğazı’na yapılan her köprünün bir başka yeni köprü gerektirmesi gibi) yeni bir askeri darbenin koşullarını yaratmıştı.

Şimdi, ikinci darbe de (12 Eylül) bir üçüncüsünün koşullarını yaratmış bulunuyor!  12 Eylül, “ülkenin bölünmesi  ve kardeş kavgasına son verilmesi”ne sivillerin gücü yetmediği gerekçesiyle yapılmamış mıydı? Sonuç ne oldu? Ülkenin bütünlüğü bugün çok daha fazla tehlikede değil mi?  Kardeş kavgası  o güne oranla daha inanılmaz boyutlara ulaşmış değil mi?

Durum böyle iken, 12 Mart 1971’de tekrar dönmek istiyor DYP’nin Şahinleri.  Cumhurbaşkanı ve TBMM’yi görünürde yerinde bırakacaklar, ama bir askeri yönetim gelseydi yapacak olduğu çoğu değişiklikleri sivillere yaptıracaklar.

Ama zorlanıyorlar. Sırf, cumhurbaşkanlığında Demirel’in varlığından dolayı  değil. Çünkü Demirel, iki darbe yaşamış bir devlet adamı olarak nasıl kendine yedirebilecektir, ayrı  konudur ama, “Vatanın milletin birlik ve beraberliği” uğruna, korkarım buna yatabilir. Ya?

SHP’nin ve Cindoruk gibi demokrat kişilerin varlığından dolayı zorlanıyorlar. 1971’de koskoca İsmet Paşa, nihayet kendisi de askerdi, direnemedi ama, Karayalçın bu Takrir-i Sükun’a direnmezse hem kendini inkar edecek, hem de siyasal yaşamı daha başlarken sona erecek. Karayalçın’lı, Ercan Karakaş’lı, A.Güven Gürkan’lı vb. SHP bu işe engel. Nitekim, SHP gereken direnci şu anda göstermekte.

İşte, M. İslamoğlu, C. Kırca, A. Gökdemir, B. Tuğ gibi DYP’li Şahinlerin, daha doğrusu Akbabaların  “Üçüncü MC” çabaları  bu açıdan bakılınca yerli yerine oturuveriyor. Bunlara sormak gerek: 12 Eylül az mı geldi de başarılı olamadı?  Atatürk’ün vasiyetnamesini bile değiştiren 12 Eylül yoksa yeterince radikal mi değildi? “Devlet’i fert’den koruyan” 82 Anayasasını ve düzenini getiren 12 Eylül yoksa yeterince önlem mi almamıştı? “Asmayalım da besleyelim mi?” diyen 12 Eylül yoksa yeterince sert mi davranmamıştı?     DGM Başsavcısı Demiral,  elhak, bu sorulara en özgün yanıtı getiren kişi. 30 Ekim tarihli Cumhuriyet’e verdiği demeçte: “Ama,” diyor, “infazların tamamı yapılmadı ki. İnfazlar eksikti.”

Bunlara gene sormak lazım: 12 Eylül demokrasiyi bunca tahrip etme gibi bir fiyata karşılık anarşiyi mi önledi, yoksa yurttaşın ekonomik durumunu mu düzeltti?  Bunlara sormak lazım: PKK’nin beslendiği militan havuzu, suyunu 12 Eylül’den sonra uygulanan vahşi kapitalizmden almadı da nereden aldı?  Çalışarak yaşayan kitlelerin ekonomik durumu şimdi mi daha iyi, yoksa 1980’den önce mi daha iyiydi? Olayı “dış mihraklar”a  bağlayıp kurtulmak gerçekten çok mu rahatlatıcı? Bunlar “olmayan” bir Kürt Sorunu’nu mu tahrik ediyorlar?

Bu soruların yanıtı verilmeden, yok Terörle Mücadele Yasası’nı değiştirmek, yok cezaları ağırlaştırmak, yok kepenk ve kontak kapayanı terörcü ilan etmek, yok basına sansür getirmek, yeni bir “12” isteyenlerin ağızlarını açmaları Türkiye’yi doğrudan doğruya, afedersiniz, eşek yerine koymaktır. Aziz Nesin haksız değil ama, bu milletin, doğrusu, bu kadarını da hak ettiği kanısında değilim.

 

Yarın: Peki, ne yapacağız?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı