Baskın Oran

Paris’e gitmek…

Bu hafta yazımı erken yazmak zorundayım. Çarşamba gecesi saat 22.00.  Hayatta dinlediğim tek radyo olan TRT-3 haber özetleri veriyor:

“Hükümetin DYP kanadı, bazı muhalefet partileriyle anlaşarak hazırladığı özelleştirme tasarısını  Meclis’e getiriyor”.

Demek ki, Prof. Mümtaz Soysal  ünlü yasa tasarısını imzalamadan çekip Paris’e gitti.

Demek ki, DYP de bunun üzerine, diğer sağ partilerle anlaştı ve  özelleştirmeyi kendi başına yasalaştırmaya karar verdi. Önümüzdeki günler çok şeylere gebedir.

Uzun zamandır, acaba yalnız ben mi anlamıyorum diye etrafıma durmadan soruyorum:

“Yahu, bu SHP ne yapıyor? Eğer demokratikleşme konusunda hiç olmazsa şu Terörle Mücadele Kanununun akıllara durgunluk verici 8. maddesini bile değiştirmeye girişemiyorsa, hükümette ne  işi var? Çiller hakkındaki başka bir araştırma önergesi gelirse onu da engellemek için mi bekliyor?”

Aldığım yanıtlar beni rahatlatıyor: Gerizekâlı değilim. Etrafımdaki herkes birbirine aynı şeyi soruyor.

O sırada bir hareketlenme oluyor. Nasıl olduğu anlaşılmayan biçimde Prof. Mümtaz Soysal hükümete dahil ediliyor. Karayalçın, bir yoruma göre damarsertliğine uğramış parti yönetimine taze kan düşündü, bir yoruma göre de demokratikleştirmeyi sağlayacak bir düzen düşledi.

Ama Çiller nasıl razı oldu? Herhalde, Soysal’ı yakın markaja alıp, özelleştirme konusundaki teknik itirazlarını yakından öğrenirsem o hataları tekrarlamam, bu sayede kamu kuruluşlarını yok pahasına satabilirim, burjuvazinin desteğini arkama alırım, diye umdu.

Her neyse, Prof. Soysal hükümete girdi.

Girmesiyle, Cengiz Çandar karındaşım ve şürekâsı başta olmak üzere, bir sürü gazete ve televizyon istasyonu kriz geçirmeye başladılar. Türk dış politikasını bir “onur” inadı uğruna sattığından başladılar, turizm gelirlerine bile darbe vuracağından devam ettiler, “akrep”liğinden bitirdiler. Hocanın herhangi bir yönden en ufacık bir açığı olsaydı, bu rezil suistimaller Türkiyesinde bile cayır cayır yanmıştı. Bulamamış olacaklar.

Soysal, Mülkiye’den hocam ve meslektaşımdır. Urla’da tatil yaptığım eve Ağustosta telefon etti:

“Müslüman azınlıklarla ilgili bir bildiri vermeye beni Amman’dan çağırmışlardı, kabul etmiştim, şimdi gidemiyorum, sen benim yerime gider misin?”

“Mümtaz Abi, sen beni mahcup etmek için telefon ediyorsun, daha bir tebrik edemeden!” gibilerden bişeyler geveledikten sonra, şöyle demiştim:

“Dışişleri Bakanı oldun ama, İnsan Hakları Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığını da almadan nasıl yapabileceksin o işi?”

Dediğim, özellikle Kürt sorunu içeride barışçı çözüme ulaştırılmadan, dış politikada nasıl adım atabileceksin, sorusuydu.

Türkiye’de her düşünen insan gibi, herhalde onun da kafasında bu soru ve sorun vardı ki, dış politikadan çok iç politikada aktif oldu.

Çok da pratik bir formül buldu: DYP’nin büyük hevesle sarıldığı özelleştirme tasarısına karşılık, demokratikleşme tasarısını öne sürmek. İkincisi  karara bağlanmadan, birincisini geçirmemek.

DYP’nin Çiller’i, burjuvazinin ağzını bir avuç kamu balıyla sıvamak için kâr eden şirketleri satmayı çok önemli gördüğünden, Türkiye’yi dünya kamuoyunda parya durumuna getiren 12 Eylül yasalarından hiç olmazsa Terörle Mücadele Kanununun 8. maddesini kaldırabilirdi.

Türkiye’de sağ partilerin ne menem şeyler olduğunun bir kere daha anlaşılması için, anlaşılan, bunun böyle olması gerekiyormuş. Türkiye’yi demokratikleştirmemek için, DYP’nin Çiller’i, özelleştirmeyi bile riske etmeyi göze aldı.

Çıkarabilir, çıkaramaz, orası önemli değil.

Burada kazanan, Mümtaz Hoca sayesinde SHP olmuştur. Soysal’ın “Vuruşarak çekilmek” dediği olay, artık SHP hükümetten çekilse de çekilmese de, gerçekleşmiştir. SHP, namusu hiç olmazsa bir ölçüde kurtarmıştır. Kesin olan bişey varsa, başka türlü olsa bu kadar da kurtaramayacağıdır.

Paris, çok gittim, çok güzel bir kenttir.

Ama oraya bu kadar güzel “gidildiğini”  duymamıştım.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı