İşin en felsefesinden başlayalım. İki tespit yapacağım:
1) AKP, yapısı gereği, demokrat olmaktan tabii ki epey uzak. Bizzat önem verdiği dinsel meseleleri halletmek dışında reform yapması için, mecbur kalması lazım. Çünkü tüm dünyada dinin ve tutuculuğun ana rahmi olan küçük kent/kasaba kökeninden geliyor ve henüz burjuvalaşamadı. 2003-2004’te çok önemli AB Uyum Paketleri çıkardı, çünkü kendini içte ve dışta meşrulaştırmak ve bu arada da İslamcılara en fazla yüklenen TSK’yı kışlasına sokmak zorundaydı. Şimdiki reformun sebebi de, özellikle Gezi’de yapılan (ve devam ettirilen) fahiş hatalardan sonra Türkiye’nin artık yönetilemez hale gelmesi ve PKK’nın silah bırakmasından sonra Erdoğan’ın alabildiğine sıkıştırılması.
Amma ve lakin AKP, İttihatçı olmaması sayesinde, kendisinin tek alternatifine oranla neredeyse zemzemle yıkanmış. Yani; 1930’ların mümtaz temsilcisi bir Yargıtay eski Cumhuriyet Başsavcısı’nın partiye kaydolmasından medet uman, Rıza Türmen gibi uluslararası çapta bir adamın kendisi için nimet olduğunu anlamayan, onun Anayasa Komisyonu’nda Süheyl Batum türünden bir fenomen tarafından durmadan çelmelenmesini doğal gören bir CHP’ye göre. İtirazı olan?
2) Türkiye’de cin şişeden çoktan çıktı. Çıktıktan sonra gecikilen her salise, kümülatif biçimde en az iki sonuç doğuruyor: a) Gecikmiş reform mazlumlara yaranamıyor; b) Gecikmiş reform, yatıştırmak istediği kesimlerin daha da bilinçlenmesine, hatta sertleşmesine yol açıyor.
Paketin Kürt barışıyla ilgisi zayıf
İki sayfalık yazıda paketin eksiksiz tahlil yapılamaz. Üstelik, bütün bunlar nasıl uygulanacak, onu görmek lazım. Dahası, bu bir “balkon konuşması” ve biz daha önce de gördük balkondan inince neler oluyor. Üstelik, muhalefet de paketi çelmelemek için elinden geleni yaptı.
Ama şunu söyleyebilirim: Biz bu paketi özellikle, bütün sorunların kaynağı olan Kürt Sorunu için çıkarılacak diye bekliyorduk, PKK silahı bıraktıktan yani yıl başından beri bekliyoruz, Akiller iki ay boyunca Türkiye’nin dört bir tarafında küfür yedi, ama paketin Kürt Sorunu çözümüyle ilgisi fevkalade zayıf: 1) Demokles’in Kılıcı olan TMK ve TCK’ya hiç değinmiyor, KCK’lıların ve tutuklu gazetecilerin tahliyesinden hiç bahis yok; 2) “Üç lanetli harf” gibi zaten hallolmuş meseleleri tekrardan hallediyor; 3) Seçim barajı dalgalanmaya bırakılmış; 4) Siyasi Partiler Kanunu’ndaki “Türkçeden başka dil kullanılamaz” hükmünü kaldıran Anayasa Mahkemesi kararı zaten 06.02.2013’te yürürlüğe girmişti.
Bunlar tamam. Yalnız, kabul etmek lazım ki, AKP “Anadilde eğitim” konusundaki beklentiyi bunca İttihatçı şamataya rağmen ve artık geri götürülemeyecek biçimde karşılamakta. Resmî değil ama özel okullarda serbest bırakıyor. Bu bir “reform”dur. Ama, gel gör ki, aması çoktur:
Ama üstüne ama
1) Önce yarı latife bir husus, fıkrayı bir Kürt arkadaşım telefonda anlattı: Bir Rizeli, bir Kayserili, bir de Diyarbakırlı cennete girecekler, duhuliye kesilmekte, Rizeli kartını uzatıp demiş ki, bizim hemşeri başbakanlara şunu verin hele. Kayserili demiş, iki buçuğa olmaz mı. Diyarbakırlı da demiş ki: “Ben vermem devlet versin!”. Yani, böyle yerleşmiş, yaygın bir durum var.
2) Ahmet İnsel’in de dikkatini çekmiş, bu verilmiş olan düpedüz “azınlık hakkı”. Hemen söyleyeyim, Lozan Kesim III, Azınlıkların Korunması, Md. 40’tan kes-yapıştır: Gayrimüslim Türk vatandaşları, “giderlerini kendileri ödemek üzere” her türlü okullar kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır, diyor madde. Yukarıda bahsettiğim yaygın durum, bir de bu azınlık sayılmak babında Kürtlerin zaten fazla hassas olmasıyla birleşecek şimdi.
3) Tarhan Erdem’in Ege Akil turlarında açıkladığına göre, Türklere oranla Kürtler ortalama 2,1 yıl daha az eğitimli ve ayrıca ekonomik bakımdan daha zayıf. Bu husus da yukarıda söylediğim ikisinin üzerine binecek.
4) Anayasa Md. 42’deki ‘Türkçeden başkası anadil olarak öğretilemez’ ne olacak? Bu iş, 2002-2004 arasındaki radyo ve TV’lerden yayın ve Kürtçe dil kursu meselelerinde yaşadığımız pantomime dönmezse iyidir.
5) Bütün bunlara, geç kalmış reformların insanları tatmin etmesinin fevkalade zor olduğu kuralını da ekleyiniz.
Çözüm yerel yönetimlerde
Çare? Biri geçici diğeri kalıcı iki çözüm var, birbirini tamamlayıcı:
a) Geçici olan, Fransa’daki durumu adapte etmek. Benim sitedeki Ders Notları sekmesinde var şimdi ayrıntısına girmeyeyim, Fransa’da “bölge veya azınlık dilleri” adı altında 6 dilde eğitim serbest: 1951’den beri Breton, Bask, Katalan, Oksitan, 1974’ten beri Korsika, 2003’ten beri de Alsas dilinde. Her seviyede.
“Devlet okulları”nda bu dil dersleri, aynen yabancı dil dersleri gibi haftada 2 saat. “İki Dilli” tabir edilen okullarda 2001’den beri derslerin yarısı Fransızca, yarısı bölge/azınlık dilinde. “Özel okullar”a gelince, onlar anaokulundan en tepeye kadar tamamen bölge/azınlık dilinde eğitim veriyor. Şimdi dikkat: Devlet, özel okullardaki sisteme mali katkı yapıyor. Örneğin, Bask dilinde eğitimin % 70’ini devlet, % 30’unu ebeveyn finanse etmekte.
b) Yalnız, kendi kendini tahrik meraklı olanlar, özellikle bu ‘devlet okullarında 2 saat’ işine cup diye atlamasın, aklını başına toplasın. Kürt bilinci bu noktaya varmışken, eğer toplumsal barış ve Tek Devlet isteniyorsa, Fransa örneği kalıcı/tatmin edici falan olamaz.
Kesin çözüm için meseleye “anadilde eğitim”den değil, “yerel yönetimler”den başlamak lazım. Derhal (pakette adı bile geçmeyen) Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’nı eksiksiz uygulamaya girişmek, arkasından da, aynen 1921 Anayasası’nın 11. Maddesinde olduğu gibi, eğitimin düzenlenmesini yerel yönetimlere bırakmak gerek. Artık onlar paralı mı yapar, bedava mı, yerelin sorumluluğundadır. Ankara denetler. Dünyada genellikle bu tür işlerde denetim oranında da mali katkı verilir.