Sosyolog Pınar Selek’i üç defa beraat ettiren mahkeme, heyet değişince “beraat kararını geri aldı”. Tırnağa alıyorum, çünkü böyle bir şey hukukta O-LA-MAZ. Olur da, tek kelimeyle absürt olur, o zaman da hukuk kalmaz. Ama felsefeyi bırakalım, bu acayip davayı otopsiye yatıralım.
Davanın geçmişi
1) 9 Temmuz 1998’de Mısır Çarşısı’nda bir patlama oluyor, malum. Abdülmecit Öztürk adlı birini yakalıyorlar. “P. Selek’le birlikte hazırladık bombayı” diyor polis sorgusunda. Fakat duruşmaya çıkınca açıklıyor: “Bu ifadeyi işkence altında aldılar”. Zaten, gelen bütün bilirkişi ve hatta Emniyet raporları aynı noktada toplanmakta: “Bu bir doğalgaz patlamasıdır. Bomba olsaydı en azından 50 cm’lik çukur açılırdı”.
Bu sırada, 19 Nisan 2001’de, davanın tarafı olmayan Emniyet’ten mahkemeye bir yazı geliyor. Bunun ekinde “Bombadır” diyen imzasız ve tarihsiz bir rapor var. Fakat son gelen ODTÜ raporu, patlama merkezinin “lahmacun fırını” olduğunu bile tespit etmiş vaziyette. Davaya bakan İstanbul 12. Ağır Ceza mahkemesi 8 Haziran 2006’da Pınar’ı oybirliğiyle beraat ettiriyor.
2) Savcı bu kararı temyiz edince, Yargıtay 9. Ceza Dairesi usulden bozuyor. Dosya 12. Ağır Ceza’ya dönüyor, mahkeme 2. defa oybirliğiyle beraat veriyor. Savcı yine temyiz ediyor. Yargıtay 9. Ceza bu sefer esastan bozuyor.
3) Bu bozmaya karşı Yargıtay Başsavcısı “olağanüstü itiraz” yolunu kullanıp dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na (YCGK) gönderiyor. YCGK, bu itirazı oyçokluğuyla reddediyor. Bu durumda Yargıtay 9. Ceza kararı 12. Ağır Ceza’ya geri geliyor.
4) 12. Ağır Ceza bu karara da direnerek, 3. defa oybirliğiyle beraat kararı alıyor (9 Şubat 2011).
Buraya çok dikkat. Hukuk okumuş olan ama usul ve ceza uzmanı olmayan çoğumuz, “Yerel mahkeme, Yargıtay dairesi kararına direnebilir, ama YCGK kararına direnemez” diye hatırlarız ve doğrusu da budur. Fakat burada bambaşka bir durum var. Önce teknik dille söyleyeyim; YCGK’dan gelen bu ret kararı, Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) Md. 307/3 bağlamında değil, CMK Md. 308 bağlamında verilmiş.
Hemen tercüme edeyim: YCGK’dan gelen bu ret kararı, yerel mahkemenin kararı üzerine değil, Yargıtay Başsavcılığı’nın “olağanüstü itiraz”ı üzerine verilmiş. Bu sebeple, yerel mahkemenin (12. Ağır Ceza) direnme hakkı devam etmekte; yerel mahkeme o hakkını henüz kullanmamış. 12. Ağır Ceza’nın gerekçeli kararı da bunu çok açık ifade ediyor: “Aksinin kabulü, yerel mahkemelere CMK 307/3 maddesi uyarınca tanınan direnme hak ve yetkisinin yok sayılması anlamına gelir ki, bu husus, yasanın ruhuna, evrensel hukuk prensiplerine ve ceza yargılamasının yüzyüzelilik ilkesi ve amacına aykırıdır”. Zaten 3. beraat, mahkemenin direnme hakkı çerçevesinde verilmiş ki, savcı hemen temyiz etmiş.
Böylece 12. Ceza, Mısır Çarşısı patlaması hakkında artık nihai sözünü söylemiş, işini bitirmiş oluyor. Dosya artık doğrudan YCGK’ya gönderilecek, artık orası ne derse o olacak. Ama başka birleşen dosyalardaki eksikliklerin tamamlanması gerekli; Pınar’ın dosyasını göndermek için 12. Ağır Ceza onları bekliyor.
Son duruşmadaki inanılmazlıklar
Son duruşmaya, kalbinden rahatsız olan mahkeme başkanı 45 gün raporlu olduğu için başka bir başkan getirilmiş. Üyelerden biri de değiştirilmiş. Duruşmaya saat 10.30’da başlanacak, ama kapılar kilitli. Avukatlar 12.00’ye doğru içeriye haber yolluyorlar. Yeni başkan “Yemek yemek bizim de hakkımız” diyor. Duruşmanın 14.00’te başlayacağı bildiriliyor. 16.00’da başlıyor.
Avukatlar yerlerine geçiyorlar, olağan kimlik tespitleri yapılacak, önlerinde açık kalmış monitöre gözleri bir kayıyor, mahkeme katibi bir kelimeyi düzeltmekte. Bir farkına varıyorlar ki, bu zaman zarfında yeni heyet kendi kendine karara varmış! Monitörde katibin düzelttiği kelime son paragraflardan birinde olduğu için, avukatlar “GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ” diyen yeri, yani sonucu görüyorlar. Okuyorlar: “YCGK, Yargıtay Başsavcılığı’nın itirazını reddettiğinden, daha önce verilen direnme kararı usule aykırıdır. Bu nedenle bu karardan sarf-ı nazar edilmesine karar verildi”.
Aman tanrım. Bu nasıl şeydir? Çünkü:
1) 12. Ağır Ceza, Mısır Çarşısı konusunda nihai kararını 9 Şubat 2011’de vermiş. Savcı da temyiz etmiş. Artık söyleyebileceği söz, alabileceği karar, yapabileceği şey kalmamış. Bu bakkal defteri değil ki, heyet değişince karala, üzerine yaz. Zaten artık bakkal bile kalmadı, market oldu.
Böyle bir durumda mahkeme, CMK’da olmayan bir şekilde, yetki gaspı yapıyor. İki türlü: a) Parlamento yerine geçerek hukuk maddesi yaratıyor; b) YCGK yerine geçerek, kendi verdiği kararın temyiz incelemesini yapıveriyor.
2) Bütün beraat kararlarını temyiz eden savcı mahkemeye teşekkür ediyor, elinde getirdiği anlaşılan “esas hakkında mütalaa”sını derhal okuyor ve tabii, tekrar müebbet istiyor. Yani, nihai hükmü bir yıl önce verilmiş ve kendisinin de temyiz ettiği dosyaya ikinci bir defa “esas hakkında mütalaa” veriyor…
Ama beni esas şaşırtan, gazetecilere diyor ki, “Şoke oldum”. Oysa, kapılar kilitliyken kendisi içeride. Heyet ona bile mi duyurmadı kararı alırken ve monitöre de geçirirken? Duyurmadı ise, ikinci “esas hakkında mütalaa” niye hazır elinde?
En son durum, dava kadar ilginç
Davadan iki gün sonra, yani 24 Kasım günü Vatan gazetesinde, muhabir Burak Bilge’ye yapılmış bir açıklama çıktı: “Bir damarımda yüzde 93 daralma var. Kalp yetersizliği oldu. Arkasından kalp yetersizliğine bağlı zatürree oldu. Antibiyotik kullanıyorum. Hastalanan esas mahkeme başkanı Vedat Yılmazabdurrahmanoğlu konuşuyor.
Yeni heyette de yer alan eski heyetten bir üye var, direnme kararının kaldırılmasına o da katılmış, o konuda yorum yapıyor: “Bir hakim arkadaşın direnme kararından vazgeçmesi pek olağan bir şey değil tabii. Aynı dosyadaki hakimin, kararını değiştirmesi pek alışıldık değil”.
Savcının sözleri konusunda da: “Savcı beyin görüşü belliydi baştan beri. Niye şaşırsın? Savcı bey şoke oldum dememiştir“. Şöyle bağlıyor: “Şimdi toparlandım, biraz daha iyiyim. Yani iyi olursam 45 günlük raporumun bitmesine gerek yok. Gelir başlarım görevime“. Mahkeme, o gün baktığı diğer davalarda 3 veya 4 ay sonraya gün verirken, bu davaya 20 gün sonraya gün vermiş. Bu son cümleyle birlikte düşünüldüğünde, manidar.
Pınar’ın son durumu böyle. Bu insanlar bunları 14 yıldır çekiyor. Siz kaç yıl dayanırdınız? Yargı’nın adalete böyle bir darbe vurduğunu hiç duydunuz mu? Canilerden kaçarak devlete sığınılır. Cürüm işleyen devletse, ondan kaçarak yargıya sığınılır. Şimdi insanlar nereye kaçacaklar? Ya Sev Ya Terk Et mi olacaklar?
Tabii ki hayır. Devlet kendi insanına böyle muameleleri reva gördükçe güçlenen Sivil Toplum’a gidecekler. Yarın (Salı) saat 20.00’de Cezayir restoranda toplantı var. Farkında mısınız, Demokratik Türkiye böyle böyle inşa ediliyor. Tarih yazılıyor.