Ege Ordu Komutanı Org. Hurşit Tolon, Türkiye’de Kıbrıs’ı tartışan kanatlardan birini dile getirdi. Kimilerine “hain” dedi. Bence iyi yaptı, çünkü sorunu tevil edilemeyecek (yani, kıvırtılamayacak) biçimde ortaya koyarak tartışmayı kristalleştirdi.
Tolon’un sonradan yaptığı açıklamaya göre, kendisi, Annan Planının gündeme getirilmesine hainlik demedi. Ona göre hainler, “Ver-Kurtul”cular. Yani, Türkiye’nin bu tatsız sorundan kurtulmasını adanın Rumlara transferine bağlayanlar.
Oysa, Tolon için, “Ver-Kurtulcular” ile “Annan Planını müzakere temeli almak isteyenler” arasında hiçbir fark yok. Çünkü Tolon, Türkiye’nin lehine saydığı şu andaki durumun (statükonun) milim değişmesini istemiyor ve Annan Planı statükoyu değiştiriyor. Statükodan her “fedakarlık”, Ver-Kurtul demek. Tolon’a göre tek çözüm “Bugünkü durumun devamı”. Yani, “Çözüm, çözümsüzlüktür”.
* * *
Statükonun devamı mümkün mü? Burada ilginç olan şu: Mesele, statükonun mümkün olup olmadığında değil; Ver-Kurtul’un mümkün olup olmadığında!
Sonunda söyleyeceğimi başında söyleyeyim de, hem ben “kurtul”ayım hem siz: Ver-Kurtul mümkün değil. Çünkü, olmayan şey verilmez. Türkiye’nin elinde Kıbrıs yok ki versin. Türkiye’de kimileri “var” sanıyor, sanmak istiyor, o kadar. Çeşitli açılardan bakalım:
1) Tarihsel açıdan: Osmanlı Kıbrıs’ı 1570’de fethetti. 1878’de, desteğini elde etmek için, fiilen İngiltere’ye bıraktı. İngiltere burayı kendi topraklarına kattığını 1914’te ilan etti. 1923 Lozan’ın 28. maddesi ise şöyle diyordu: “Türkiye, İngiliz Hükümetince 5 Kasım 1914 tarihinde ilan edilen, Kıbrıs’ın [İngiltere’ye] katılışını tanıdığını bildirir”. Demek ki, Kıbrıs en azından Lozan’dan beri yok.
2) Türk dış politikası açısından: Türkiye, çok özetliyorum, önce “Böyle bir mesele yoktur, ada İngiltere’nindir” dedi (Ocak 1950). Arkasından, “Ya Kıbrıs, Ya Ölüm” dedi (1955). Arkasından, “Ya Taksim, Ya Ölüm” dedi (Aralık 55). Arkasından, “Kıbrıs Cumhuriyeti” dedi (1960). Arkasından, “Kıbrıslı Türklerin insan hakları ve can güvenliği için Kıbrıs Barış Harekatı” dedi (1974). Arkasından, “Kıbrıs Türk Federe Devleti” dedi (Şubat 75). Arkasından, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” dedi (Kasım 83). Arkasından, “İki Kesimli Federasyon” dedi (Temmuz 89). Arkasından, “KKTC bizimle bütünleşecek; Gevşek Konfederasyon” dedi (1997). Şimdi de, “Kıbrıs olmadan Türkiye’nin güvenliğini sağlayamayız” diyor (Ocak 2003). Demek ki Kıbrıs politikası diye bişey yok.
3) İnsan faktörü açısından: Eğer KKTC’liler Annan Planının kendilerine zararlı olduğuna inansalar, Annan’ı isteyen M.A.Talat hükümetini, bütün korkutmalara ve 74’ten sonra Türkiye’den taşınan onca Türkiyelinin oylarına rağmen seçmezlerdi. Denktaş’ın oğlu bile aynı hükümette.
Şaşacak bişey var mı? Türkiye’nin yapay teneffüsüyle yaşayan KKTC’de bu insanlar, kendi insanına insan muamelesi yapmayı egemenlikten fedakarlık sayan bir devlete katılmayı değil, zengin ve demokrat bir AB’ye katılmayı istiyorlar. İnsan doğası! Demek ki Türkiye’de kimi insanlara hain diyenler, insanın doğasıyla ve KKTC halkıyla da karşı karşıya.
4) Türkiye’nin temel felsefesi açısından: Zurnanın zırt dediği delik burası işte. Türkiye’nin temel politikası “muasır medeniyet”e erişmek. Bu da, AB’ye giriş olarak yorumlanıyor.
Bence, tamamen doğru bir yorum. 1920’lerde yapılan Kemalist “yukarıdan devrim”, 1920 Kemalistlerinin bir türlü akıl yatıramadığı biçimde, o devrimin o zamanlar vurduğu insanların torunları tarafından bugün “AB Uyum Paketleri” olarak devam ettiriliyor.
Bunu görürsünüz veya görmek istemezsiniz, önemli değil. Ama hedefiniz AB ise, AB’ye girmek üzere olan bir Kıbrıs’ta 30.000 asker tutamazsınız. Bunun “işgal kuvveti” olmadığını kimselere anlatamazsınız. Kıbrıs’ın üçte biri bizim elimizde ve böyle de kalacak, diyemezsiniz. Biz Anadolu’yu ancak böyle koruruz, diyemezsiniz. Derseniz, size emperyalist derler ve buna karşı söyleyecek şey bulmakta zorlanırsınız. Dikkat edin: Annan Planını reddedenler ile AB’yi reddedenler aynı insanlar.
Demek ki statükoyu devam ettirmek isteyenler Türkiye’nin temel felsefesine de karşı direniyor.
* * *
Bütün bu nedenlerle, Annan Planı Türkiye’nin elindeki tek seçenek. Böyle bir durum bir ülke için çok berbat. Fakat yukarıda anlattıklarım varsa, “Zararın Neresinden Dönülse Kâr” demek en doğrusu. Çünkü zaman, çok net ve hızlı bir biçimde, Türkiye’nin aleyhine işliyor.
* * *
Lafı fazla uzattık. Başa dönüp özetleyeyim: Kıbrıs 1878’de fiilen, 1923’te hukuken elimizden çıktı. KKTC’yi Pakistan’a bile tanıtamadık. Portakallar yerlerde çürüyor. KKTC halkı AB’ye girmek istiyor. Türkiye de. Elde ne Kıbrıs var, ne de Kıbrıslı Türkler.
Uyanalım artık. Birey kendi kendini aldatır ve bu çok doğal bir psikolojik durumdur ama, bir devlet kendi kendini aldatıyorsa ulusunu aldatıyor demektir.
Artık yetti. Oturup adam gibi Annan Planını müzakere edelim, dikenli yerlerini değiştirtelim, ama dikenli yerler edebiyatını sürüm sürüm sürünen statükonun devamı için kullanmayalım. Bitsin bu kendini aldatma olayı. Türkiye kendini aldatmayı bıraktıkça karşı taraf telaşa kapılıyor; bu da mı size bişey söylemiyor?