Yunanistan ile Türkiye, tarih ve coğrafyanın birbirine perçinlediği iki ülkedir. Yüz yıl arayla, ulusal kimliklerini, diğeriyle çarpışarak inşa etmiş bu iki halk ve devlet arasında önemli paralellikler vardır.
* * *
Her iki ülke de, yaklaşık on yıl arayla askerî darbeye hedef olmuştur.
Yunanistan’daki 1967 askerî darbesini yapanlar, 74 yılından beri Atina yakınlarındaki bir cezaevinde yatmaktadırlar. Onları düşürdükten sonra Yunanistan demokratik bir anayasa yapmıştır ve uygulamaktadır.
Türkiye’deki 1980 askerî darbesini yapanlar serbesttir ve yaptıkları 1982 Anayasası halen yürürlüktedir.
* * *
Her iki ülkede de, politikacı koltuğu çocuklara babalarından miras kalabilmektedir (Papandreu, Karamanlis, İnönü, vb.).
Yunanistan Başbakanı Simitis, iktidardayken ve yıldızı en parlak noktadayken, parti genel başkanlığını ve başbakanlığı kendi isteğiyle bırakacağını açıklamıştır.
Türkiye’de genelde böyle bir âdet bulunmamaktadır.
* * *
Her iki ülkede de “milliyetçi”ler etkilidir. Bunların başlıca karşı oldukları insanlar, azınlıklardır.
Yunanistan’ın başlıca azınlığı, Türkiye sınırında yaşayan Batı Trakya Müslüman-Türk halkıdır ve yaklaşık on üç milyon olan Yunanistan’da yaklaşık yüz yirmi bin kadardır. Simitis’in yerine geçecek olan Papandreu, ilk siyasi seçim gezisine Batı Trakya’dan başlamış ve şöyle demiştir:
“Azınlık geçmişte mazlum duruma düşmüştü. Bir azınlığın sınır bölgesinde bulunmasının tehlike arz edebileceği duygusu vardı. Bunun sonucu azınlık tecrit ediliyordu… Farklılıklar bizim için tehdit değil, avantajdır… Azınlıklar bir ülkenin sınırlarını değiştirmek için tehdit unsuru değildir. Ülkeler kendi insanlarından korkmazlar… Eşit hak ve sorumluluklara evet”. Papandreu, B.Trakya’daki Yunan okullarında Türkçe’nin seçimlik ders olarak okutulacağını da eklemiştir.
Nüfusu yaklaşık altmış sekiz milyon olan Türkiye’de İstanbul’da yaşayan Helen kökenli Rum azınlık yaklaşık bin dört yüz seksen kişi kadardır.
Bu insanların, evler satın alarak, Fener Rum Patrikhanesini bir “Vatikan” yani devlet içinde devlet yapmak istedikleri endişesi vardır. Rum (aslında, gayrimüslim) vakıfları, 2003’te paket halinde geçirilen AB uyum yasalarına kadar, eşit biçimde mal edinememişlerdir. Şu anda da, ilgili Yönetmelik’in Geçici Md.1’de örtülü biçimde öngördüğü üzere, istihbarat kuruluşları olumlu rapor verirse edinebilmektedirler. Bu Yönetmelik’in dayandığı 4771/4 sayılı yasada ise böyle bir hüküm bulunmamaktadır.
* * *
Her iki ülkede de, savunma konularında diğerine karşı sertlik bugüne kadar kamuoyunda prim yapmıştır.
Yunanistan’da yumuşama taraftarlarını “hainlik”le suçlayanlar, genellikle din adamları (Kilise) olmuştur. Yunanistan’da askerlerin siyasal içerikli demeç vermesi âdetten değildir.
Papandreu son demecinde yumuşama istemiştir: “Sorunların barışçı yollardan çözümüne inanıyoruz. Avrupa’da yaşamanın ana kuralı da budur… Türk-Yunan ilişkilerinde … artık büyük ve önemli adımlar atmamız gereken yeni bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Bu barış politikasından, daha çok ürün alma zamanı artık gelmiştir”.
Kısa bir süre önce de, her iki tarafa tasarruf sağlayacak bir “dengeli ve kademeli” silahsızlanma istemiş olan Papandreu’ya Yunan kamuoyunun gösterdiği tepki olumludur. Kilise’den ise, en azından henüz, olumsuz bir ses çıkmamıştır. Papandreu eğer 7 Mart seçimlerini kazanırlarsa bu konuyu ele alacaklarını bildirmiştir.
Türkiye’de, Yunanistan’la yumuşamaya tepki gösterenlerin din adamları yerine genellikle askerler olduğu görülmektedir. Özellikle Kıbrıs Annan Planı üzerinde yoğunlaşan asker tepkisinin son örneği, Org. Hurşit Tolon’un demecidir: “Bu ülke güzel insan yetiştirirdi. Artık hain de yetiştiriyor. Ee, yoksa [Kıbrıs’ı] ver kurtul diyen hain değil de nedir?”
05 Ocak 2004 tarihli Cumhuriyet’de açıklanan Genelkurmay belgesindeki şu sözler ise, Kıbrıs konusunda bugüne kadar şahinliğiyle tanınan Dışişleri’ni de teslimiyetçi kategorisine dahil etmektedir: “[Annan Planı konusunda] Dışişleri Bakanlığının sürdürmekte olduğu yaklaşımın Türkiye’nin Kıbrıs’ta kalıcı ve yaşayabilir bir çözüme değil, teslimiyete götüreceği açıktır. Dışişleri’nin bu yaklaşımının düzeltilmesi gereklidir”.
Anadolu’nun ancak Anadolu ötesi yerleri elde tutarak savunulabileceği inancı devam ettikçe, şu yaklaşımın da devam edeceği tahmin edilebilir: “Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden ve güvenlik ihtiyacını sağlamayan bir Kıbrıs çözümüyle Türk’ün Anadolu’ya hapsedilme süreci hemen hemen tamamlanmış olacaktır”. (Gn.Kur. Bşk. Org. Hilmi Özkök, 08 Ocak 2003).
* * *
Yunanistan, Türkiye’nin (Osmanlı’nın) eski tebaasıdır. İlk kurulduğunda bir Alman prensi, ondan sonra da bir Danimarka prensi bu ülkeye kral olmuştur. Bu yazıdaki sınırlı ve güncel karşılaştırmaları, bu tarihsel arkaplanı anımsayarak okumak ilginç olabilir.