Siz, tabii, bu isimle bileceksiniz. “Dr. Alim Bey Caddesi” desem, okumazdınız.
Oysa, gözünüzün önüne bir getirin, Bodrum’un limandan başlayıp, (o zarif Ekklesia’nın yıkıntısının 60’ların sonuna kadar hâlâ durduğu yerde) Halk Eğitim’in bugün lök gibi oturduğu meydana kadar uzanan, sonra da Kumbahçe’de bizim evin oraya, Halikarnas’a kadar “Cumhuriyet Caddesi” ismini alarak devam eden o incecik, o zarif, o tek arabanın ancak dükkanlara sürterek geçebileceği kadar daracık, o en ünlü, en kalabalık “cadde”sinin adı “Dr. Alim Bey Caddesi”dir.
Siz, allah bilir, Dr. Alim Bey’i duymamışsınızdır bile. Oysa Minâ Urgan ile Selçuk Erez de yazmıştı…
1950’lerin ikinci yarısı. Demokrat Parti’nin belediye başkanı Bodrum’a ilk defa bir sağlık ocağı açıyor, bir doktor gerekiyor. Burdurlu Dr. Alim Bey diye bir pratisyen hekim buluyorlar.
O zamanlar, Bodrum bildiğiniz gibi değil; tamtakır. Tam, “Bodrum Bodrum, iki bakkal bi furun / Peynir ekmek yiye yiye ne ağız kaldı, ne burun!” hikayesi. Eczane yok, dişçi yok, tek doktor eski belediye başkanı ki, artık ben söyleyenlerin yalancısıyım, epey insan biraz şikayetçiymiş, röntgen yok, EKG yok, hiçbişey yok.
Dr. Alim Bey müthiş bir doktor çıkıyor. Sağlık Ocağında hastalara inanılmaz iyi bakıyor. Hem insan muamelesi yapıyor, hem bilgili. Halk korkunç memnun. Dişlerini çeken o, sünnetlerini yapan o, karılarını doğurtan o, kırık-çıkıklarını alçıya alan o, kaza geçiren yabancılara bakan o, sırf dinlemeyle bebeklerin kalbindeki deliklere kadar bulup İzmir’e yollayan o, kulak-boğaz-buruncu o, lokal anasteziyle yapılabilecek bütün ameliyatları yapan cerrah o, süngerde vurgun yiyenlere ilk müdahaleyi yapan o, bugünün Çolak Erol’u kolunu tersanede planyaya kaptırdığı zaman müdahale eden o, hastaların eline eşantiyon ilaçları verip de eve öyle yollayan yine o! Üstüne üstelik, gerçek bir akademisyen kumaşı var Dr. Alim Bey’de; nasıl yapıyorsa, durmadan yurt dışından yeni yayınlar getirtip okuyarak son gelişmeleri izliyor; akciğer tümörlerini yakalıyor, İstanbul veya Ankara’ya doktorlara yolluyor, sonra da sonuna kadar takip ediyor, sonuç ne oluyor diye….
Bizim Feyhan söylüyor, küçükken gece yatarken dua edermiş: “Allahım, anneme-babama uzun ömür ver, onlar hep iyi olsunlar, Alimbeyamca da Bodrum’dan gitmesin!” Bu duaya bütün Bodrumluların katıldığı tahmin edilebilir.
* * *
Fakat (o rezil “fakat”!), kısa zamanda bu duaların yanı sıra bir mırıltı da başlıyor. Hani, hiç alışmadığı rahatlık halka batar ya, Dr. Alim Bey hakkında da bir dedikodudur yayılıyor. Doktor, kısa boyuna karşın yakışıklı ve karizmatik bir adam (Mahmut’un Meyhanesinde duvarda resmi var, gidin iki kadeh arasında görün). Sağlık ocağındaki yardımcısı ebânım da alabildiğine alımlı bir ebe (inanır mısınız, hâlâ öyle!).
Biri yakışıklı, öbürü güzel ve üstelik ebe! Yeter de artar. Artık, başında mum tutmuşlar gibi, okuma bilmeyenler yazıyorlar da yazıyorlar. Efendim, bir doğuma gittiğinde ne yapıp yapıp haber yollarmış: “Todori Bey’in hanımı Nur’un doğumu zor olabilir, Doktor Bey de bi zahmet görsün”. Hatta, çok çaresiz kalırsa, eve gecenin bi saatinde güya telefon edesiymiş: “Annem kalp krizi geçiriyor, doktor bey lütfen hemen gelsin!”.
Bir avuçluk muhafazakar Bodrum’da iş o hale getiriliyor, bu arada doktor hakkında deontolojik söylentiler yayılmaya başlıyor ki, Feyhan’ın babası Derviş Bey, Dr. Alim Bey’in canciğer arkadaşı olduğu halde, onu bulup getiren belediye başkanı sıfatıyla ne yapacağını şaşırıyor. Doğru mu, iftira mı, o dönemin Bodrumunda araştırmak mümkün değil; şüyu bulması yeter! Laf arasında bir-iki değinmeden sonra davet ediyor eve, artık rüyasında mı görmüş yoksa komşuların annesine anlatırken dinledikleriyle tahrik olan çocuk hayal gücü müdür nedir bilinmez, Feyhan misafir odasına kapanan babası ile Dr. Alimbeyamcası’nın mırıltılarını sanki hatırlar gibi: “Böyle olmaz doktor! Ya bitir, ya pazartesi istifanı ver” diye bir ses sızıyor içerden…
Ve pazartesi günü Dr. Alim Bey sağlık ocağından istifa ediyor… Bugünkü Gözen Otelinin bulunduğu yerde merdivenle çıkılan muayenehanesini açıyor, büyük olasılıkla muayenehaneden çıkınca kendisini mahalle arasında çekiştirmeye gidecek olan fakir insanlara parasız bakıyor (eve gelirmiş, “Hanım, bugün 26 kişi geldi, 9’undan para aldım” dermiş, hanımı da, “Bey, o 9’unun günahı neydi?” diye cevap verirmiş), camekanlı dolaptan da çıkarıp ilaçlarını veriyor, üstü biraz fazla kırık-dökük olanların…
Dr. Alim Bey 1980’lerin ortasında, kanser bütün vücudunu sardığında ölmüş. Ama, bugün, limandan kalkıp da, bir zamanlar o güzelim Ekklesia’nın yükseldiği meydana kadar uzanan o incecik, o zarif, o tek arabanın ancak dükkanlara sürterek geçebileceği kadar daracık, o en ünlü, o en kalabalık “cadde”si, “Dr. Alim Bey Caddesi” duruyor. Siz bundan sonra da oraya hâlâ “Barlara Sokağı” demekte ısrar edecek misiniz?
Zaten, bakın, ben size söyleyeyim, orada artık bar da kalmıyor; beyaz eşyacıya dönüşüyor. Barlar, resmî adı Banka Sokak olan “Meyhaneler Sokağı”na kayıyor; gündüz meyhane, gece bar…