Önce, bitirmekte olduğum “Ben Ege’de Âkil İken” kitabından kısa bir pasaj. Âkiller olayı başlayınca, Türkiye küçük Millet Meclisi’nin İzmir’de düzenlediği, “30 Yıl Savaşı Sonunda Umut Işığı” konulu toplantıdan bir alıntı. Tarih: 12 Nisan 2013. Moderatör Pervin Mısırlıoğlu, “Efendim, şimdi sorulara geçiyoruz” diyor:
Eyüp Özdündar – “Çözüm sekteye uğrarsa ne olacak? Ne düşünüyorsunuz?”
B.Oran – “Eğer bunun arkasından çok ciddi ve çok hızlı bir reform başlamayacak olursa, PKK’nın içinden PKKcıklar çıkabilir. Herhangi bir devlet için, bir silahlı örgütün parçalanmasından daha büyük tehlike düşünülemez. Çünkü, bir silahlı örgütle çatışmak mümkündür ama bir sürü desperadoyla, umudunu kaybetmiş PKK’lıyla başetmek mümkün değildir. Metro istasyonları ve AVM’ler her gün patlar. Ceset parçaları üstümüze sıçrar. Bu, düşünmek bile istemeyeceğimiz bir olaydır.
“Daha da kötüsü, Kürtler hayal kırıklığına uğradıkları için bu ülkeden umutlarını keserler. Bakın, benim yaşımda olan veya benden bir kuşak sonraki Kürtler nasıl yakınıyorlar. Diyorlar ki, şu anda 17-18 yaşındaki gençlerimiz artık Türkiyeliyim, Türkiyeli Kürt’üm demiyorlar. Artık bu ülkeyle gönül bağı kurmuyorlar.”
“B. Oran bizi ölümle tehdit ediyor!”
İkinci olarak, yine aynı kitaptan, bu uyarımın Ulusalcılar tarafından nasıl takdim edildiğine ilişkin bir pasaj. CHP İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın, “Türk Milletine Açık Mektup” başlıklı 15 Haziran 2013 açıklaması:
“(…) Bize âkil adam kisvesiyle diskur çeken bu cahil ve yalancılara yönelik meşru demokratik itirazlarımızı ve tepkilerimizi en açık şekilde ortaya koymak zorundayız. (…) Baskın Oran artık zincirlerinden boşanmış nefretiyle Türkiye’nin kurucu ruhunun ve değerlerinin ölümünü adeta şehvetli bir vecd hali içinde ilan etmektedir. (…) Oran akademik bir entelektüel değil, bir militandır. Apo’dan daha Apocu bir nefret söylemcisi portresi çizmektedir. Oran, İzmirlilere karşı, nedenlerini ancak kendisinin bilebileceği bir hınç ve kin beslemektedir. (…) Sürecin PKK’nın istediği şekilde gelişmesine rıza göstermedikleri takdirde İzmir ve Egelilere adeta ölümlerden ölüm beğenin demektedir (…) Bizim içinde bulunduğumuz şartlarda yapabileceğimiz en iyi şey, bu habis nefretin pençesine düşmüş ruhun hastalıklı sayıklamalarına karşı başta İzmirliler ve Egeliler olmak üzere Türk Milletini uyarmaktır.”
Ve, bir MGK uyarısı
Üçüncü ve yeni bir alıntı vereyim. 29 Ekim 2013 tarihli Taraf’ta Hüseyin Özay’ın, “Hem MİT hem KCK uyardı” başlıklı haberi:
“Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulu’[nda] (…) istihbarat birimlerinin hazırladığı raporlar da ele alındı. Buna göre, (…) taşeron olarak faaliyet gösteren bazı yasadışı örgütlerin, gerçekleştirecekleri eylemlerle süreci sona erdirmek istediği vurgulandı. Yine raporlara göre sabotaj eylemi, canlı bomba veya mayınlı saldırı şeklinde gerçekleştirilecek. Örneğin, bir canlı bomba, ‘Öcalan’a özgürlük’ diyerek üzerindeki bombaları patlatabilecek. Bu yöntemle, PKK’nın eylem yaptığı ve süreci sonlandırdığı kamuoyuna ilan edilecek (…) KCK’nın da, geçtiğimiz günlerde örgütün tüm birimlerine gönderdiği mesajlarda, çözüm sürecini sabote edecek girişimlerin içinde olunmaması ve bu tür eylemler[de] yönetime bilgi verilmesi [için] uyarıda bulunuldu. Bir anlamda, sürecin iki tarafından da sabotaj konusunda tüm birimlerin adeta alarma geçirildiği kaydedildi.”
Şimdi artık bekliyoruz, ruh doktorculuğuna meraklı muhterem CHP İzmir milletvekilinin MGK’ya da bulaşmasını. Beklerken de boş oturmayalım, son duruma kısa bir göz atalım.
Fare düşse başı yarılır
Tamtakır buzdolapları için kullanılan bu deyim, maalesef, AKP’nin 30 Eylül 2013’te ilan ettiği “demokrasi paketi”ne Kürt meselesi açısından tam oturuyor.
PKK sözünü tuttu. Birinci aşama olan ateşkesi gerçekleştirdi. Tabutların ardı arkası kesildi. Nevroz’da Diyarbakır’a gönderdiği mektupta Öcalan’ın bir tek, Ne Mutlu Türk’üm Diyene demediği kaldı. Kürtler, AKP’yle çatışmamak için Gezi olaylarına bile girmediler.
Ama iktidar, zavallı bir muhalefetin ve Millet-i Hakime’lik tahtından eşitlik düzeyine inme travmasını kaldıramayan Ulusalcıların korkusundan, bir de seçimlerin yaklaşmasından, ikinci aşamaya ilişkin taahhütlerine boş verdi. Birden fazla biçimde:
Paket’te seçim barajı indirimi yoktu. KCK tutuklularına ve gazetecilere salıverme yoktu. TMK rezaletinin kaldırılması yoktu. Kürt reformu adı altında sunulanlar aldatmacaydı: 1) q, w, x harfleri sorunu fiilen bitmişti; 2) Siyasi Partiler Kanunu’ndaki “Türkçeden başka dil kullanılamaz” zaten Anayasa Mahkemesi kararıyla 06.02.2013’te bitmişti; 3) Kürtçe eğitimin, aynen Lozan Md. 40’ta gayrimüslim azınlıklara verilen hak gibi, özel (paralı) okullarda serbest olacağı açıklanmıştı. Bu bile bir reform sayılabilirdi çünkü Fransa’da olduğu gibi devlet bunun önemli bir kısmını zamanla finanse etmeye başlayabilirdi. Ama aradan 18 gün geçti geçmedi, olayın bombası patladı: Sadece liselerde!
Bunların yanı sıra AKP iktidarı, Kürtlere evlatlık muamelesi yaptı. Uludere katliamı üzerindeki örtüyü çekmedi; aksine, ailelere 3.000’er TL “anma töreni cezası” kesti. Kandil’e mektupları, hava saldırılarıyla birlikte yolladı. 9 Mayısta B. Arınç, çekilen PKK’lılara “Cehennemin dibine gitsinler” dedi. İmralı’ya gidişin durmadan engellenmesine itirazlar gelince, 22 Ekimde Başbakan Erdoğan başöğretmen gibi azarladı: “Hükümet ister gönderir ister göndermez. Herkes haddini bilecek.”
Ama başka resmî faaliyetler böyle aksamadı: “Milli” göz yaşartıcı gaz imalatı girişimi. 114 tane kalekol inşaatı. Ardından, yardım konvoyunun gitmesine izin verilmeyen Rojava’ya, Suriyeli Kürtlere karşı duvar inşaatı. Berlin ve İsrail’deki gibi. İçişleri bakanının 17 Ekim’de “Örülen duvar falan yok. Mayına basmasınlar diye yapıyoruz” açıklaması.
Ve de ardından, MGK’nın canlı bomba uyarısı.