Baskın Oran

Laik Türkiye’de misyoner faaliyetleri

Televizyon seyretmemek gerçi bendenize muazzam çalışma zamanı kazandırıyor ama, ilgi alanıma giren bazı şeyleri kaçırttığı da oluyor.

Son Arena programı gibi.

İnternetteki Ermeni Patrikhanesi bülteninden anladığım kadarıyla, Arena Türkiye’deki Protestan kitapevleri ve yayınları hakkında gizli çekimler yapmış. Bu faaliyetlerin “Türkiye insanını tehdit eden misyonerlik odakları” olduğu kanısına varmış.

Bu arada, bu türden bir kitapevinde çalışan ve bu konularda konuşan Sahak Bıçakçı adlı bir Ermeni vatandaş da, geceyi nezarette geçirmiş ve mahkemeye verilmek üzere salıverilmiş.

Patrikhanenin derdi çifte: Birincisi, “Türkiye’de zaten kimi çevrelerin Ermeni dedin mi ayranı kabarıyor, şimdi bunu yine fırsat bilirlerse!” diye endişelenmiş. Bu nedenle de Bıçakçı’ya esaslı bir zılgıt geçildiği anlaşılıyor.

İkincisi, “Bu misyonerlerin asıl kötülüğü bizzat bizedir, bizim Gregoryen insanlarımızı Protestanlığa ayartıyorlar” demeye getirerek, Türkiye Ermenilerinin en azından yüz yıllık bir yarasını dillendiriyor. (Gerçekten de, başta Anadolu’daki Amerikan okulları, Osmanlı’daki misyoner faaliyetleri açısından hedef kitle hiçbir zaman Müslümanlar olmadı; Ermeniler ve Süryanî, Keldanî, Asurî, Nasturî vs. gibi küçük mezhepler oldu).

* * *

Şimdi gelelim bu olayın çağrıştırdıklarına, çünkü olup bitenler en azından laik devlet açısından garabet örneği.

1) Yasalarımızda bu faaliyetler hiçbir biçimde suç değil:

Hem 1982 Anayasası Md. 24’te “Herkes vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir” diyor, hem de (özellikle 163’ün kaldırılmasından sonra) ceza yasamızda buna engel hiçbir hüküm yok. Md. 175 ancak bir dine hakaret olursa devreye girer ki, bu olayda hiç söz konusu değil.

Türkiye’de isteyen kişi istediği dine geçer ve onun propagandasını da serbestçe yapar. (Dinsizlik propagandası da buna dahildir).

Durum böyleyken ve üstelik her fırsatta “Bu ülkenin yüzde 99’u Müslümandır” diye iftihar ettiğimize göre, İslamcı olmayan bir devlette İslamcı olmayan bir gazetecilik anlayışının bu “tehdit” söylemi nereden çıkıyor?

Acaba konu sıkıntısı çekilen bir haftaya mı denk geldi?

2) Türkiye gibi İslamcı olmayan, üstelik laik bir ülkede bu olayı anlamak güç.

Çünkü, bu “tehdit” söylemi laikliğin her iki anlamına da aykırı.

Bir kere, devletin bütün din ve inançlara eşit mesafede durması ve Din ile Devlet’in birbirine müdahale etmemesi biçimindeki Batı anlamına aykırı.

İkincisi, laikliğin Türkiye’deki anlamına aykırı. Yani, Devlet’in İslam’ı denetim altında tutmasına.

Bunu başka bir yazıda ayrıntısıyla konuşacağız ama, Türkiye’de laik devletin İslam’dan korkması hiç de acayip değil.

Değil de, laik devletimiz şimdi bir de Hıristiyanlıktan mı korkuyor?

3) İş, birkaç hevesli genç gazetecinin “Ben Protestan olmak istiyorum” diye dindar Protestanları makaraya sarıp haber yapmasından öte. Bir de dava açılıyor. Yani, laik devlet de gazetecilerle aynı kanıda.

Çoğunluğu Protestan olan AB’ye girmek için canını vermeye hazır bir Türkiye’de oluyor bunlar deyip keseyim de, laf kısalsın.

4) Ayrımcılık ve bölücülükten nefret ediyoruz. Peki, Müslüman vatandaşa dinini yaymaya izin verir, Hıristiyan vatandaşa vermezsen, bu ayrımcılık ve bölücülük değil mi?

5) Aslında, işi bir de teori açısından alırsak, konu daha karmaşık ama daha ilginç:

Henüz o dönemde, laikliğin ancak ve ancak birbiriyle rekabet halinde ve nispeten eşit güçte dinlerin ve mezheplerin bulunduğu bir ortamda kolay işleyebileceği bilinmediği için, 3 Mart 1924’te Halifeliği kaldırıp Diyanet İşleri Başkanlığını kurarken, Kemalizm ciddi bir teorik hata yaptı:

Diyanet’i sırf Sünni bir kurum olarak yarattı. İslam’ın diğer kanadı olan Alevileri dışladı. (Aslında bu durum, Kemalizm’in bir modernite projesi olmasından ve modernitenin de farklı düşüncelere yer verme âdeti bulunmayışından geliyordu ya, lafı uzatmayalım).

Bu durumda ne oldu; zaten Ermenilerin 1915 tehciriyle, Rumların da 1923 Mübadelesiyle çok azaldığı, Musevilerin ve tanrıtanımazların da esamisinin okunmadığı bir ortamda Kemalizm İslam’ı yekpare bir blok haline getirmiş oldu.

Bölünmemiş, rakipsiz, gücü içten yada dıştan dengelenmeyen bir blok. Ve zamanı gelince bu blok Kemalizm’in karşısına yekpare bir alternatif olarak çıktı.

O halde, tersinden söyleyelim, “bu bloku takviye etmekle hiç ilgisi olmayan durumları” laik devletin ok gibi fırlayıp önlemesi, laik gazetecilerin de bunu sevilen programlarla desteklemesi, çok mu mantıklı?

* * *

Peki, sebep?

Sebep; biraz “reyting”, biraz bilinçsizlik, biraz gizli kameranın artık şeyini çıkarmak, biraz da, büyük devletlerin azınlıkları ve misyonerleri tarih boyu kullanarak yaptığı müdahalelerin hâlâ yaşayan anısı.

Eh, birazcık da, Türklük ile Müslümanlığın özdeş sayılması durumunun genlerimize işlemiş olması…

* *

Efendim, baştan merhaba demeyi unuttuk. Cumaları buluşmak üzere, sevgiler ve saygılar.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı