Clinton’a karşı gösteri yapanları polisimiz insafsızca sopadan geçirdi. Böylece, insan hakları örgütü AGİT toplantısında bize özgü ilginç bir insan hakları durumu yaratmış olduk.
Bu konuda Demirel’e ve Ecevit’e bir protesto mesajı geldi. Birlikte okuyalım:
“Dünya kamuoyu, Ankara’da Başkan Clinton’ın ziyaretini protesto eden barışçıl göstericilere yapılan saldırı karşısında gerçekten şok geçirmiş ve büyük bir öfkeyle dolmuştur. Protestocuların yalnızca vatandaşlık hakları ihlal edilmekle kalmamış, aynı zamanda polisin uyguladığı şiddet sonucu bir kısmı yaralanmıştır”.
Mesaj şu soruyla sona eriyor:
Türk hükümeti niçin Clinton’ın varlığına ve temsil ettiği politikalara karşı barışçıl bir gösteri yapan kendi vatandaşlarını tutuklayarak kendini tüm dünya önünde utanç verici bir konuma sokuyor?”
21 Kasım tarihli Milliyet’te Melih’in (Aşık) sütununda çıkan bu mesajı gönderenlerin tümü Amerikalı.
* * *
8-14 Kasım haftasını üniversitede lisansüstü ders vermek için Atina’da geçirdim. Otelimiz kentin en önemli meydanı olan Sindagma’daydı. Bir hafta boyunca, her Allah’ın günü, kimi zaman yüzlerce, kimi zaman binlerce gösterici yanımızdaki sokaktan gelip meydana yürüdüler. Clinton Yunanistan’a gelmesin diye bağırdılar. Ben de balkondan videoya çektim.
Hani, polis bir kere de müdahale etsin. Hani, bir kişiyi çekiştirsin.
Hayır. Avaz avaz yürüyen göstericilerin iki yanında ve önünde yürüdü. O kadar.
Peki ne zaman müdahale etti, basınçlı su ve hatta göz yaşartıcı gaz sıktı?
Biz Feyhan’la döndükten sonra,19 Kasımda iş molotov kokteyli atıp ortalığı yakıp yıkmaya dönüşünce. Polis işte ancak o zaman girişti göstericilere. Son derece haklı olarak.
Ama, daha önce değil. Zaten, daha önce girişseydi, ben görgü tanığı olarak size söyleyeyim, ortalık birbirine daha önce girecekti.
* * *
İnsan haklarını kendi iç dinamiğiyle üretmede son derece kısır olan ülkelere bu haklar (bütün ilerlemeler gibi) hep dış dinamikle geliyor.
Bu dış dinamiğin iki motoru var:
1) Dışarının (Batı’nın) eğitimini almış aydınların “yukarıdan devrim”iyle. Atatürk reformlarının bir bölümü budur.
2) Batılı ülkelerin müdahaleleriyle.
Bizde, birbirine taban tabana zıt çevrelerde, ikincisini a’dan z’ye karalama eğilimi var.
Evet, gelişmiş ülkeler tarafından dayatılan bu insan ve azınlık hakları, Osmanlı’dan beri, Türkiye’nin içişlerine müdahale amacı taşıyor.
Evet, bu haklar ulusal devleti kuvvetten düşürüp küreselleşmenin önünde diz çöktürmek için kullanılıyor.
Evet, bu haklar gelişmiş ülkelerin çokuluslu şirketlerinin gelip yatırım yapması için gerekli ortamı yaratmak için de dayatılıyor.
Evet, bu hakları dışarının dayatmasıyla kabul etmek, onur kırıcı.
Ama birader, eğer bu hakları uygulamayı kabul etmemek Türkiye’nin el âlem önünde böyle rezil olmasına yol açıyorsa, Allah’ın Amerikalısı bile senin cumhurbaşkanına ve başbakanına mesaj gönderip,
“Benim cumhurbaşkanım geldiğinde niye sen kendi vatandaşını polise dövdürdün?”
diyorsa, bu daha mı az onur kırıcı?
Eğer senin iç dinamiğin bu hakları üretmemekte direniyorsa ve eğer bu iç dinamiği değiştirme olanağı ufukta görünmüyorsa, bu hakları dış baskı sonucu kabul etmek niye onur kırıcı olsun?
Ya, Türkiye’nin eli-kolu, asıl, “Türkiye’nin elini-kolunu bağlıyor” diye reddettiğimiz bu insan ve azınlık haklarını kabul etmemek yüzünden bağlanıyorsa?
Unutmayınız ki Sevr ve Lozan ortamında da aynı sorun vardı.
Sevr’de Osmanlı Hariciyesi malî kapitülasyonların geri getirilmesine kesinlikle karşı çıktığı halde, adlî kapitülasyonlar konusunda reddedici bir tavır takınmadı:
“Bu konuda bir yargı reformu tasarısı düzenlemek üzere komisyon kurulmasını kabul ediyoruz” dedi.
Çünkü, Hariciye, Osmanlı’daki insan ve azınlık haklarının mevcut durumunun yabancı müdahalesini davet ettiğinin farkındaydı.
Aynı durum Lozan’da görüldü. Kapitülasyonların ve azınlık haklarının Müttefikler tarafından her gündeme getirilişinde, Ankara heyeti şu savunmayı yaptı:
“Türkiye, Batı’dan medeni hukuk ve ceza hukukuyla ilgili mevzuatı derhal alarak uygulayacaktır”.
Onurumuz mu zedelendi, yoksa tam tersi mi?
Eğer Türkiye o günkü insan hakları standartlarının gerisine düşmek yüzünden emperyalist müdahaleyi bizzat kolaylaştırdığının Sevr ve Lozan’da farkında olmuşsa, şimdi haydi haydi farkında olmak zorundadır.