Baskın Oran

Küreselleşme ve Asimilasyon

Türkiye’nin büyük gazetesi sürekli biçimde yılgınlık aşılıyor: Bir ABD yetkilisi komşumuz ülkeyi ziyaret mi etti, “Bir tek Türkiye’ye uğramıyor” diye manşet atıyor. G-8 toplantısı mı oldu, Bush’un Chirac’a pisliğe bakar gibi baktığı bir fotoğrafın altına “Herkesle barıştı, bizle hariç” yazıyor. Türkiye’nin güçlü derneği Washington’a “biz ettik, sen etme” ziyareti düzenliyor.

Bakınız, artık bu iş çığrından çıktı, bu vatana biraz ayıp oluyor. En umut verici noktada olduğumuzu bilelim de, bir parça kendimize gelelim. Çünkü şu anda en karanlık noktadayız. Uyanın: bundan sonra şafak sökecek. En az iki sebepten:

Bir kere, ABD Irak’ı işgal ettiğine yakında pişman olacak; ülkeyi kontrol edemiyor. Kürtlere yaklaştıkça, halkı daha da yabancılaştırıyor. Arapları, Türkmenleri ve Asurileri hiçe sayarak Kerkük’e zorla Kürt vali seçtirdi. Ülkede ABD askerlerine ateş açılmayan tek gün yok. Bunlar yalnızca Amerikan düşmanları değil. Tasfiye edilen Irak ordusunun binlerce askeri, ücret ve tazminatları ödenmezse intihar saldırıları düzenlemekle tehdide başladı. Bu durumda panikleyen ABD tam da kargaşayı artıracak bir karar aldı: Geçici hükümet oluşturma planını süresiz erteledi ve gelecek ay toplanması öngörülen Irak Ulusal Konferansı yerine kendi atayacağı Iraklılardan olaşacak bir Danışma Konseyi kurmaya karar verdi. O kadar çaresiz ki, radyolardan “Bize karşı camileri kullanmayın” çağrısı yapıyor. (Radikal, 3 Haziran). Aczin son kertedeki ifadesi.

İkincisi, ABD kendi ülkesinde çok zora gitmekte. Çılgınca alışveriş üzerine kurulu ülkede durgunluk artıyor. Ekonomi deflasyona sürükleniyor. Nisan’da üretici fiyatları yüzde 1,9 geriledi. Fiyatlar düşme eğilimini sürdürdüğü için hem üreticiler üretim yapmamaya, hem de tüketiciler daha da düşecek diye satın almamaya başlıyor. Tabii, işten çıkarmalar hızlanıyor. Faizler son 40 yılın en düşük düzeyine (yüzde 1,25) indiği halde, işten çıkarılırım da ödeyemem diye kimse kredi almıyor ve harcama yapmıyor (G.Uras, Milliyet, 2 Haziran). Savaş sanayiinin bütün ekonomiye lokomotif olacağı beklentisi boş çıktı.

Ama, bir tahmin boşa çıkmadı: Uluslararası ticaretin temel kurallarının zorbalıkla engellenmesine küreselleşmenin er-geç tepki göstereceği. Şu anda Bush yönetimine en büyük muhalefeti ünlü yatırımcı Soros’un yapıyor oluşu çok öğretici.

Üstüne, işgalin temel bahanesini oluşturan “kitle imha silahları”nın bir türlü bulunamamış (ve de muhtemelen bulunamayacak) olması yüzünden ABD Senatosu Silahlı Hizmetler Komitesinin “tam bir soruşturma” başlatma kararı almış olduğunu ekleyelim mi? (Cumhuriyet, 3 Haziran). Amerika’nın püriten ahlakı nihayet çeteye karşı harekete geçiyor.

Kısa vadede Amerikan kamuoyu, orta vadede de uluslararası politikanın ve küreselleşmenin kaçınılmaz mantığı Bush yönetimini İzmir tabiriyle “çikin edecek”. Ama şu anda görmekten aciziz, çünkü karanlığın en yoğun olduğu saatteyiz. Sadece korkuyoruz. Korkutuluyoruz. Bir yandan Amerika, bir yandan da Yerli Amerikalılarımız tarafından.

* * *

Böyle gitmekte olan bir Amerika’nın bir süre sonra “Türkiye’ye uğramamak”, “Türkiye’yle barışmamak” lüksü yok. Ama Türkiye kendi gölgesinden korktukça, ABD’yi dengelemek için mutlaka Rusya ve Türkiye’ye ihtiyaç duyan AB fırsatını kör gibi görmedikçe, bal gibi var.

Genelkurmay, SAREM adlı kuruluşuna 2 Haziran Cuma günü İstanbul’da bir sempozyum yaptırdı. Tam bir “birlik beraberlik” havasında geçen toplantıda II. Başkan Büyükanıt, AB Uyum Paketinin en önemli konusu Kürtçe yayın hakkında merak edilen bilgiyi verdi: “Bölge halkına 500 yıldır Türkçe öğretemediysek, asıl ayıp bu!”.

İlginç. Sanki konu, Lozan’ın 39/4 maddesindeki “Her TC yurttaşının, her türlü basın-yayın organlarında, dilediği herhangi bir dilde yayın yapma hakkı” değilmiş de, Türkçe öğretmekmiş gibi. Sanki, 80 yıldır (Org. Büyükanıt’a göre: 500 yıl) becerilemeyen asimilasyon bundan sonra becerilebilirmiş gibi.

Daha da ilginç bir nokta var ki, Genelkurmay’ın uzmanları bunu bilmiyorlar mı, Genelkurmay yetkililerine söylemeye çekiniyorlar mı, yoksa söylüyorlar da dinletemiyorlar mı, içinden çıkamadım:

Bir ülkedeki asimilasyon kronolojik bir hususa bağlıdır: O ülkede ulusal ekonomik pazarın mı önce kurulduğu, yoksa azınlık bilincinin mi önce yerleştiği hususuna.

Eğer birincisi önce gerçekleşmişse, yönetimin azınlığı asimile etme (ona çoğunluğun dilini konuşturma,vs.) şansı yüksektir. Çünkü “vatan”, ticaretin gidebildiği yere kadar olan toprağa verdiğimiz addır.

Ama önce azınlık bilinci yerleşmişse, asimilasyonun hiç şansı yok gibidir.

Türkiye’de Kürtlük bilinci 1930’lardan beri, ama en azından 1960’lardan beri çok güçlü biçimde yerleşti. Oysa ulusal ekonomik pazar Hakkari’ye ancak 1980’den sonra ulaştı. Çokomel’in, Çokoprens’in satılmadığı yer “vatan” değildir.

Bu koşullarda Kürtlerimizi hâlâ asimile etmeyi umuyoruz.

Hem de, düzenlediğimiz sempozyumun bizzat adının bunu cidden ve tamamen ve kesinlikle ve ebediyen imkansız kıldığını bir türlü anlayamadan: “Küreselleşme”.

Not: Geçen hafta baskıya yetiştiremedim: Rumsfeld’le ilgili 200 milyon dolar yerine 200 milyar yazmışım. Ayrıca, Pentagon’un açığı 3,4 trilyon olmamalı; çok fazla yüksek. Baskıdan önce görüp düzelten dostlarım T.Timur’a ve S.Özel’e teşekkürler. Bir de, D. de Villepin yerine, Google’a bakıp Villepen yazmışım. Kusura bakmayınız.

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı