Bodrum konusu hariç, hiçbir konuda bu kadar çok yazıyı üst üste yazmadım. Bodrum bir büyük sevinç, bu ABD-Afganistan konusu bir büyük hüzün olduğu için.
Memleketimizde, ABD’nin savaşını destekleyenler esas olarak dört gruba ayrılıyorlar:
1) “ABD kazanacaktır, bu nedenle Türkiye onu aktif biçimde desteklemeli, galibiyetten payını almalıdır”cılar. Bunlar, Turgut Özal’ın 2001 versiyonları. Geçen hafta bunların, 1 koyup 3 almak yerine, alıp alabileceklerinin 1/3 olacağını yazmıştım; daha açık yazmak Hüseyin Ekrem Bey’in verdiği aile terbiyeme uymaz.
2) “Taliban şeriattır, bölgeye ve bize zararlıdır, bahaneyle o düşmüş olacaktır”cılar. Taliban’ın tam bir “mağara” olduğu tartışma götürmez. Değil kadınlara, Buda heykellerine yaptıkları bile yeter. Ama bunu söyleyenlerin, Taliban gidip de Kuzey İttifakı iktidara gelene kadar beklemelerini öneririm. Gelsin de, görsünler bakalım Afganistan’da “laiklik” nasıl oluyor. Bu muhteremlerin altyapı-üstyapı ilişkisi üzerine hiçbir fikirleri yok.
Size bir “intim” bilgi vereyim: General Dostum bizim komşu idi. Oran’da, bizim hemen yukarımızdaki bir apartmanda ailesiyle oturuyordu; belki ailesi hâlâ oturuyordur. Apartmandaki Mülkiyeli bir arkadaşımın anlattığına göre, komşuların tümü illallah demişti: çocukları her sabah evden çıkarken asansöre işeyip öyle çıkıyorlardı.
3) “Biz teröre bu kadar karşı çıktık, şimdi terör temizlenirken seyredemeyiz”ciler. Bunlar, Türkiye’de PKK terörü tekrar başlarsa, Batılıların yardım edeceğini sananlar. Böyle bir durumda yine “Önce oturup demokrasinizi düzeltin” diye cevap alıp oturacaklarını bilmiyorlar.
4) “ABD’nin verdiği savaş gerek demokrasi ve hukuk, gerekse ahlak açısından haklıdır” diyenler. İşte, en tuttuklarım bunlar. Dolayısıyla, üzerinde biraz duralım.
Demek ABD demokrasi ve hukuk savaşı veriyor?
İyi de, “Bir suçsuz ceza göreceğine, bin suçlu kurtulsun” felsefesi üzerine kurulmuş bir ülke (evet, ABD bu adalet felsefesi üzerine kurulmuştur, daha doğrusu “idi”) neden New York saldırısını kimin yaptığını bulamadan dünyanın en gariban ülkesine dünyanın en “modern” ve ölümcül silahlarını döşüyor?
16 Ekim Salı gecesi Defne Samyeli’nin sunduğu akşam haberlerinde Kanal D muhabiri tarafından açıklanan, bu sabah da (17 Çarşamba) Büyükelçi Pearson tarafından tarafından TBMM’ye sunulduğu bazı gazetelerin yirmi bilmemkaçıncı sayfasında çıkan 7 sayfalık ABD “kanıt”ları (en inandırıcısı: “Bin Ladin geçmişte ‘Amerikalılar rahat edemeyecekler’ demişti, demek ki fail odur”) bu işi Bin Ladin’in yaptığını mı ispatlamış mı oluyor?
Taliban yetkilileri “ABD kanıtlarını versin, bir de bombardıman durdurulsun, Bin Ladin’i tarafsız bir üçüncü ülkeye teslim edelim” deyince Sayın Bush neden “Pazarlık yok!” buyurdu? Neden üçüncü ülke önerisini düşünmek bile istemedi? “Sanık”ın üçüncü bir ülkeye teslim edilmesini reddetmek demek, iki olasılık demek. Birincisi, ABD bizzat kendisi yargılayacak. Haa, öyleyse, savcı’dan ve polis’den sonra şimdi bir de yargıç ve tabii, arkasından da infaz memuru olmak istiyor. İkincisi, uluslararası bir mahkemede yargılatacak. Çok güç olasılık, çünkü tüm dünyanın kurmaya çabaladığı Uluslararası Ceza Mehkemesi, daha birkaç ay önce, bir “süper devlet”in engellemesi sonucu gerçekleşemeden kalmıştı; bilin bakalım hangi süper devletti bu?
Demek ABD’nin savaşı ahlaka uygun? 12 saat bomba, arkasından yiyecek paketi atımı, yine 12 saat bomba, arkasından yiyecek paketi atımı; bu nedenle mi? Yine bu sabah radyo, George Bush’un daha önce reddettiği biyolojik silahlar yasağının, “acil durum” nedeniyle bu sefer ABD tarafından gündeme getirildiğini haber verdi. Acaba şarbon sayesinde mi?
Bütün bu nedenlerle, kartları artık açık oynamamızda yarar var. İMF’ye gitmeliyiz, “Türkiye’nin jeostratejik önemi arttı, bize borç ertelemesi yap ve yeni sıcak para ver” demeliyiz.
Ama ne yazık ki onu da yaptık. Zaten asker gönderme kararımız, Derviş’in G-7 ve İMF görüşmelerinden eli boş dönmesinden 24 saat sonra alındı.
O zaman, tek çare, dua okumak laikliğe uymaz, şu güzelim şarkıyı hep birlikte koro halinde okuyalım:
“Amerika,Amerika/Türkler dünya durdukça/Beraberdir seninle/Hürriyet savaşında.
“Bu bir dostluk şarkısıdır/Kardeşliğin yankısıdır/Kore’de olduk kan kardeşi/Sönmez bu dostluğun ateşi.
“Azmimizdir hür yaşamak/Dünyada sulhü sağlamak/Kavgalar hep bu uğurda/İstiklal aşkı ruhumuzda.
“Senin New York’un/Yükselir göklere/Benim İstanbul’um/Destandır dillere.
“Ankara ile Washington’un/İzmir’im, San Fransisco’n/Benzer derler birbirine/Doyulmaz güzelliklerine.
“O muhteşem beldelerin/pınarların, nehirlerin/Ünlü şelalen Niagara/Türkler dünyada durdukça/Beraberdir seninle Hürriyet savaşında”.
Heyecanlı Kore günlerimizde Celal İnce, “Sahibinin Sesi” plaklarına okumuştu, milletimize çok uğurlu gelmişti.
Not: Bu tatlı şarkının ilk dörtlüğünü çocukken biz Alsancak’ta mahalle arasında hep bir ağızdan söylerdik; tamamını bizim sınıftan Melih (Aşık) 18.11.1999 tarihli Milliyet’de yayınladı.