Baskın Oran

“Koalisyon”

“Türkiye ne kadar kötüye giderse AKP o kadar oy kaybeder, biz de o kadar ihya oluruz”. Bu, şu anda Türkiye’de oluşan bir iç-dış koalisyonun temel sloganı. Koalisyon ortaklarının hedefleri farklı: Kimi İran’da destek istiyor, kimi seçime hazırlanıyor, kimi de Şemdinli’yi örtme derdinde.

Türkiye’nin ne kadar acayip duruma sokulduğunu şuradan hesaplayın ki, benim gibi “dini pek de bütün olmayan” biri AKP’yi “savunmak” zorunda kalıyor…

Provokasyon kusursuz. Diyarbakır’da dükkan tahrip edenin yanına bir de Ankara Ziraat’te döner bıçağı sallayanı, Mimar Sinan’da nü çizeni dövenı, Gazi’de uzun saça saldıranı, İstanbul Vezneciler’de öğrencileri kantine kilitleyip 31 Mart’a dua okutturanı koydunuz mu, “Sen kızının başının zorla kapatılmak istenmesini ister misin?” (Radikal, 18.04) diye zil takıp oynayanlar prim yapıyor.

Bu, şiddetin diyalog yokluğundan ortaya çıktığını inkâr koalisyonu. Şiddeti cezalandıracağına konuşmayı cezalandırıyor. Dinciliğe veriştiriyor, ama zorunlu din dersini anayasadan kaldırmayı düşünmüyor. Şimdi de TMY Md.8’i resmen hortlatacak ve kızamığın tedavisi olarak yüzdeki kızarıklıkları yasaklayacak.

Koalisyon, Kürt ve İslamcı kimliklerini diyalogla sistem içine çekerek değil, cezayla sistem dışına (yani teröre) iterek engellemek istiyor. İstikamet ikili: 1) İçte: uyum öncesi düzen, 2) Dışta: ABD. Sonuç ise tek: AB’den uzaklaşıp 12 Eylül’e yaklaşmak. Hani, AB emperyalist ya, uzaklaşıyoruz. “Solcu” milliyetçiler ellerine kına yaksınlar. Etnik Türk milliyetçiliğinden ödü kopan AKP’ye, 3,5-4 yıllık çabayı rezil ettiriyorlar.

***

Menfaat dünyasıdır, normaldir, çünkü sorunlar hallolursa bu koalisyon batar. Beni tek endişelendiren, dünya egemenliği veya oy avcılığıyla hiç ilgisi olmayan bir kesimin de bu havadan etkilenmesi: Dünyalar kadar sevdiğim bir arkadaşım yazıyor:

Sevgili Baskın, ben her zaman senin yanındayım. Yalnız tek konuda seninle aynı düşünmüyorum. O da “türban” konusu. Eğer üniversitede türbanı serbest bırakırlarsa, bunun devamı hızla gelir ve sonunda biz başı açıklar azınlıkta kalırız, hatta örtünmek zorunda bırakılırız diye düşünüyorum. Belki sen buna ‘türban paranoyası’ diyebilirsin. Ama örtünecek olan siz erkekler değil, biz kadınlarız. Bu nedenle korkumuzu anlamamanız doğal. İran’ın bugünkü haline nasıl geldiğini hepimiz gördük”.

Bu alabildiğine mert, alabildiğine iyi eğitimli, elli erkeğe asla değişmeyeceğim arkadaşıma cevabımdan pasajlar veriyorum:

***

Ortaokuldayız (1960 öncesi), İzmir Tekel Tütün Fabrikasına götürmüşler, bütün işçiler kız, bize inanılmaz laflar atmalarından sonra kadınların sokakta ne hissettiklerini anladım”.

“Sanıyorum, kadınlık dışında, senin bu endişen “Müslüman” ile “İslamcı” terimleri arasındaki farkı gözetmemenden geliyor. Birincilerin oranı bu ülkede yüzde 90’ın üzerinde. İkincilerinki yüzde 8-10 arası. Üstelik, bunları Büyük Kemalist Prof. Kemal Alemdaroğlu güçlendirdi. Aynen, Kürtçe konuşmayı yasaklayarak PKK’yı bizzat devletimizin güçlendirmesi gibi”.

Devrimin ilk yıllarındaki gibi davranacaksak, bittik biz. Çünkü bu, tamamen değişen bir dünyada, 80 yıldır değişmemek demek. 20. yüzyılın ilk yarısında demokrasi ‘çoğunluğun iradesi’ idi, artık ‘alt-kimliklere saygı’ oldu. Değişen dünyada bu unsurlardan en az ikisiyle (Alevileri de unutmadan) bir biçimde senteze gitmeden Türkiye’de kimseye rahat yok, olmayacak da: 1) Kürtler, 2) İslamcılar. İkisinin de alt-kimliğini tanımak zorundayız. Bu hem demokrasinin olmazsa olmazı, hem de onların üst-kimliği (Türkiyeli) tanımaları için şart. Çatışmada oğlu ölmüş acılı anneye ‘şehit anası’ diyene 6 ay hapsi bastır (Radikal, 17.04), başını okulda açıp sokakta bağlayan kadının müdürlüğünü engelle; bu ne kadar gider? Sadece koalisyon’a yarar ve Türkiye batar”.

“Üstelik, küreselleşme bu iki grubu bizi etkilediğinden fazla etkiliyor ve dönüştürüyor. Görüyorsun, Türk etnik milliyetçiliği dalgası tarafından korkutulana kadar, bu ülkedeki ikinci yukarıdan modernleştirme dalgası olan AB Uyum Paketlerini (birinci dalga 1920’lerde Kemalizm’dir) en etkili olarak AKP uyguladı ve savundu. Unutmayalım ki bu insanlar 1920’lerdeki yukarıdan devrime irtica tepkisini verenlerin torunları. Bu ilk dalga tarafından dönüştürüldüler. Bu işler böyledir; hiç bir şey aynı kalmaz, aynı ırmağa iki kez girilmez. Bunların takiye olduğunu söyleyip kendimizi rahatlatamayız”.

1920 modeli Kemalizm gerek türban gerekse Kürt kimliği konularında “muasır medeniyet”i değil, 1920’de kalmayı seçti. Demokrasi bazında toplumsal barışı sürekli engelliyor. Senin gibi “canını koruma” içgüdüsüyle de hareket etmiyor bunlar. Bunu biraz Sevr Paranoyasından, ama esas olarak Etnik Türk Egemenliğinden vazgeçmemek için yapıyorlar. Türkiye’yi kuranların torunları Türkiye’nin devam etmesine engel oluyor. Yanaklarından sevgiyle öpüyorum, eşinin de”.

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı