Baskın Oran

Kıbrıs için düşünceler ve uyarılar

Bugün Perşembe. İsviçre’deki görüşmelerin sonucu dün gece yarısından sonra açıklandı. Kesin metin ortaya kondu. Yarın 2 Nisan Cuma bir toplantı için yurt dışına gidiyorum. Yazımı gitmeden yollamam gerekiyor. Bir ara-bilançonun zamanıdır. Aklıma düşenleri yazmak istiyorum:

1) Kendilerini bendenizden daha “laik” sayan kardeşlerim hiç alınmasın. Türkiye’nin en büyük şansı, hükümetteki AKP’nin milliyetçi olmayışıdır. Sonuç olarak, dış politikada at gözlüğü takmamış oluşudur. Bu sayede, yakaladığı bu fırsatı enfes değerlendirmekte oluşudur. Türkiye’yi Kıbrıs gibi korkunç bir kamburdan kurtarmakta oluşudur.

Bundan sonra Türk dış politikasının önü artık açılacaktır. Türkiye 10’larca yıllardır kireçlenmiş ve kanserleşmiş Kıbrıs, K.Irak, Ege, Ermenistan’la ilişkiler gibi nafile çekişmelerden birer birer kurtulacaktır. Hegemon Devlet ABD’nin tekelinden kurtulmak, AB’ye giriş, Büyük Orta Doğu Projesi gibi gerçek ve devedişi gibi sorunlarla uğraşmaya vakit bulacaktır.

Bu nafile sorunlar dış politika sorunları değildir; bunlar iç politika sorunlarıdır. İçte siyasal irade olduğu zaman, ki şimdi o irade ortaya çıkmıştır,  nafilelikleri anlaşılacaktır. Türkiye’ye ipotek koymalarına son verilecektir.

* * *

Bütün bu sorunların iç politika zihniyeti sorunu olduğunu anlayabilmek için:

  1. a) Önce, Türkiye’de İmparatorluk’tan Ulus-devlet’e 1923’te geçildiğini idrak etmek gerekir. “Kıbrıs’ı vermeyiz”, “K.Irak’ta kırmızı çizgiler koyarız”, “Azerbaycan’dan izin almadan Ermenistan’a gümrük kapısı açtırtmayız” diye çığlıklar atanlar, bilinçli veya bilinçsiz olarak, İmparatorluk’un 1923’te tasfiye edildiğini anlamaya cesareti olmayanlardır.

İşin esas tuhafı, bu idraki yapamayanların, İmparatorluğu 1923’te tasfiye edenlerin “düşünsel torunları” oluşudur…

  1. b) Sonra, 2000’li yıllarda artık Ulus-devlet’ten Demokratik Devlet’e geçilmekte olduğunu farketmek gerekir. Bu geçiş, en azından, birincisi kadar önemli bir geçiştir ve Türkiye’ye aynı oranda küme atlatacak bir geçiştir.

a’yı anlamak istemeyenler, b’yi mümkün değil anlayamazlar. Uğraşmak beyhudedir. Onlara doktor ne yerse yesin demiştir.

* * *

2) 31 Mart Çarşamba gecesi açıklanan çözümden memnun olanlar: Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafıdır. Gayri memnun olanlar: Yunanistan, Kıbrıs Rum tarafı, ve Sayın Denktaş’tır.

Annan Planını Türkiye aleyhine ilan edenlerin, bu tablodan sonra da hâlâ ısrarcı olup olmadıkları ciddi merak konusudur.

Gayri memnun olanların ortak paydaları, milliyetçilik ve onun kaçınılmaz at gözlüğüdür. Bu at gözlüğü “Rabbenâ, hep bana!” demeyi zorunlu kılar. Bunlar, böyle demenin millet’i perişan ettiğini düşünmek bile istemezler. Bunlar, “Falanca şeyi buldum, ama tavuskuşu tüylüsünü istiyorum” demenin çok ötesindedirler. Bunların gündemde kalabilmeleri için millet’in çıkmazda olmaya devam etmesi maalesef şarttır.

3) Bunların, bu çözümü sabote etmek için şu ana kadar “mevcut imkanları” kullanmışlardır. Bundan sonra ise “bütün imkanları” kullanmaları beklenebilir.

Bunlar, şimdiye kadar Derin Devlet’i devreye sokmuşlardır. Kimi askerleri devreye sokmuşlardır. Devasa olmasını istedikleri kapalı toplantılar tertiplemişlerdir. Mitingler düzenlemişlerdir. Sayın Demirel’i konuşturmaya başlamışlardır. İnterneti seferber etmişlerdir. Verheugen’in Kıbrıslı Rumlar için kulis yaptığını yaymışlardır. Yurt dışındaki tuzu kuru “milliyetçi” yandaşlarını, aynen “Din elden gidiyor” der gibi, “Kıbrıs elden gidiyor” diye harekete geçirmişlerdir.

Bu son cümledeki iki “gidiyor” arasında hiçbir zihniyet farkı yoktur, kelime farkı vardır.

Bundan sonra bunların, K.Kıbrıs’ın KKTC olarak aynen kalmasında (yani, çözümsüzlüğün devamında) büyük çıkarı olan gruplardan destek görmeye başlamaları çok mantıklı olur. Kumarhane düzeninin bozulmaması için, KKTC’den Türkiye’ye girmiş olması muhtemel kimi kritik malzemenin kayıtlarının ortaya çıkmaması için, şeffaflığın sağlanmaması için, daha kimbilir bilemeyeceğimiz neler için, çözümsüzlüğün devamı gereklidir. Çünkü, direnişin bu denli organize oluşunu yalnızca milliyetçi heyecanla izah zordur.

Ömr-ü hayatlarında “çifte veto”, “ihtirazi kayıt”, “göreli dış özerklik”, “mukabele bilmisil”, “Atlantik Bildirisi”, “yüzdeler anlaşması”, “en gözetilen ulus kaydı”, “rebus sic stantibus”, “stratejik OBD”, daha sayayım mı, yüzlerce temel kavramı allaha şükür duymamış âdemlerle havvaların tırtıldan kelebeğe dönüşür gibi birdenbire dış politika uzmanına dönüşüp “Efendim, Lozan şöyle midir, fakat Sevr böyledir” diye ahkam kesmeleri inanılacak şeylerden sayılmaz.

Bunlar Uğur Mumcu’yu çok severler ama, Mumcu’nun “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar” kategorisine girdiklerinin farkında dahi değillerdir. Kendilerine ilkokul birinci sınıftan itibaren taktırılmış olan o at gözlüğünü kullandıkları sürece de, olmaları beklenmez.

Bu “Bütün imkanların kullanılması”, nihayet çözüme varılacağı anlaşılacak olursa, birtakım bombaların birtakım yerlerde patlatılması ve birtakım izahı zor insanların failimeçhul’e uğramaya başlamasına dek varabilir.

Böyle durumlar olursa sağlam durulmalı, paniğe imkan verilmemelidir. Böylesine kireçleşmiş ve kanserleşmiş bir sorunun halli sırasında bütün bunlar beklenebilir.

Çünkü Türk dış politikasının en devasa tıkacı çıkarılmaktadır. Hepimize hayırlı olsun.

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı