Tablo şu: DTP’de Ahmet Türk cenahı çok önemli şeyler söylüyor, bir yandan PKK öbür yandan devlet de onları ezmeye etmeye çalışıyor. Böylesi sıkı işbirliği nadirattandır hani.
Bırakın bu işlerden zerre kadar anlamayanlar çeneleri düşene kadar aksini söylesin: Türkiyeli Kürtlerin çok büyük çoğunluğu, nadir birkaç grup hariç, hiçbir zaman ayrılma taraftarı olmadı. Türkler başta olmak üzere (M.Kemal’i düşünün) herkesin batan Osmanlı gemisinde tahlisiye sandallarına üşüştüğü 1918 döneminde bile üç Kürt eğiliminden ancak biri ve zayıfı “gitme”yi savunuyordu (Bedirhaniler). Diğer ikisi (Seyit Abdülkadir ve Said-i Nursi) “kalma”cı idi.
Açık sır’ları saklamanın alemi yok; bugün durum artık böyle değil. Artık Kürtler kalma ile gitmeyi tartışmaya başladı. Tabii, K.Irak’tan gelen bir heyecan var ama, asıl önemli olan iç dinamik: PKK’nın artık dünyanın en sinsi silahı olan mayınlardan medet umma durumlarına düştüğü bir ortamda bile, devletin “umut” vermekten uzak oluşu Kürtleri dışa bakmaya zorluyor.
Bir “uğursuz nikah”
- ve 20. yüzyıllar uğursuz bir nikaha tanıklık yaptı: Devlet ile Ulus kavramları “evlendi”. Doğan ulus-devlet, ulusunun etnik/dinsel bakımdan homogen olduğunu varsayan ve gerçek durum bu olmadığı için de rüyasını milliyetçilikle gerçekleştirmeye çalışan devlet türü idi.
Bu milliyetçiliği şöyle uyguladı: Asimile etmeyi gözünün kestiğine (Türkiye’de: Türk dışı Müslümanlara) asimilasyon, gözünün kesmediğine de (Türkiye’de: gayrimüslimlere) ayrımcılık yaptı. Türkiye’deki sonuç: İkinciler kalkıp gitti, birincilerin yani Kürtlerin devletten sıdkı sıyrıldı.
Bu evlilik sadece iki unsuru mutlu etti: 1) Ülkenin etrafını gümrük denilen dikenli tellerle çevirip başka burjuvazilerin rekabetinden kurtulan “burjuvazi”yi; 2) Yönetime geçen küçük burjuvaziyi (aydınları). Bunların dışında herkes ama herkes perişan oldu. Mesela azınlıklar. Çünkü çoğunluk (Müslüman Türkler) onları homogenlik adına ezdi geçti.
Çoğunluk ise, farkında bile değil ama, en az iki kere perişan oldu ve hâlâ oluyor. Bir kere, gayrimüslimler dışında sermaye ve onu kullanma bilgisi diye birşey bilinmediği için ülke kalkınması en az 50 yıl ertelendi. F.R. Atay Çankaya’sında (1969, s.331-332) anlatır, kurtuluşun ertesinde bir kasabadan eşraf gelip ricada bulunmuştur: “Arabamızı tamir ettiremiyoruz. Giden Hıristiyanlardan sanat sahibi olanları geri göndertseniz…”
İkincisi, bir yandan kurtlu su içerken bir yandan da ağzından çıkan Kürtçe kelime başına 5 kş. ceza ödettirilen Kürtler (Hikmet Kıvılcımlı, İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark), 1979, s.318’den Son Posta, 23.09.1932) sürekli başkaldırdığı için ülkede huzur kalmadı. Sürekli askerî darbe, sürekli sıkıyönetim. Yani ulus-devlet yetmedi, devlet-ulus verelim dediler. Bugün güya sivil yönetim var, baksanıza, “Ben savaşa gitmeyeceğim” diyen çocuklara (“Vicdani retçi Halil Savda’ya 5 ay hapis cezası”, Radikal, 03.06.08) ve “Ölüm değil çözüm” diyen kadınlara neler oluyor (“B.Ersoy’a halkı askerlikten soğutmaktan dava açıldı”, Bianet, 09.05.08).
Kürtler başına bela mı arıyor?
Ne araması? Huzurlu olan arayış falan bilmez. Doğu ve güneydoğu damlarındaki silme çanak antenler dünyanın dört bir yanından Kürtçe yayın dinlerken TRT’nin Kürtçe kanal açması bölücülük ilan edildi, anlayın artık. “Kurucu antlaşmamız” Lozan’ın elhamdülillah hiçbir zaman uygulamamış olduğumuz 39/4 maddesi “Bütün vatandaşların basın-yayında istediği bir dili kullanmasına hiçbir engel çıkartılamaz” diye taa 1923’te ilan etmişken. Batı Trakya Türklerine Yunanistan’ın Türkçeyi yasaklanması durumunu düşünün. Artık, ya burası bir Kürt devleti olsaydı da Türkçe yasaklansaydı, demeyeceğim.
“Önce PKK’nın terör örgütü olduğunu açıklasınlar, sonrasını düşünürüz!”. Bu korkunç bir laf. Bir kere, devletin en üstündeki birtakım insanlar açıkça terör eylemlerine girişebiliyor. Kendi ağzıyla itiraf ettiği için sadece onu yazıyorum, Korgeneral Altay Tokat yargıç ve savcıların evlerine “birkaç bomba” attırmadı mı? Şimdi elini-kolunu sallayarak gezmiyor mu?
İkincisi, bizim devletimizde “sonrasını düşünmek” diye bir âdet var mı? 1999’a kadar “Hele terör bir bitsin” dendi, Apo yakalandıktan sonra devlet derhal sağır kulağının üstüne yattı. 2001-2004 AB Uyum Paketlerinde Kürtlerle ilgili hükümler gülünç-ötesiydi. Özel kurslar, kapılar 85 değil 90 cm olmadığı için reddedildi. Radyo ve TV’de yayın sürecini yavaşlatmak isteyen RTÜK, Diyarbakır Valiliği’ne yazı yazdı: “Orada hangi dil konuşuluyor?” Siz Kürt olsanız, dalga geçildiğinizi düşünmez misiniz?
Oysa, ortam çok uygun
Bırakın Kürtçe yayını, Kürtçe okul açılsa ne olacak ki? Kim gönderecek çocuğunu, çocuk iş bulabilsin diye İngilizce öğretim yapılan Türkiye’de? Kurslar açıldı da ne oldu; hepsi öğrencisizlikten kapandı. Fiske kadar mantık Ya Hû!
Üstelik, biraz gazete filan okuyun, etrafa bakın biraz: Bu uğursuz evlilik sona ermekte. Çünkü burjuvazi artık uluslararası oynuyor ve ülkenin en temel sorunlarını halının altına süpürmekle iftihar eden 1930 modeli aydının pili bitti. Tabii, ulus-devletinki de. Bundan iki koskoca sonuç çıkar:
1) Ulus-devletin aşılması ortamında “Her ulusa bir devlet” şiarının şart sayılması bitmiştir: Devlet korkuyu bıraksın. Ama şunu artık anlamak şartıyla: PKK olduğu için Kürt Sorunu yok; Kürt Sorunu olduğu için PKK var. PKK “Şehitler Ölmez”le ve askerî yöntemle bitmez. Biter de, o zaman RKK, SKK, TKK ve son olarak da Allah korusun VKK oluşur. Bu VKK yüksek sesle okunduğunda (okuyun), Türkiye bunun çukurundan tek parça halinde çıkamaz.
2) Bugünkü ortamda asimilasyon artık hayaldir: Kürtler huzursuzluğu, Diyarbakır’a “Amed” demeyi, A.Türk ile A.Tuğluk’u sandviç yapmayı bıraksın artık.
Her iki taraf da farkına varsın: Oluşan yeni devlet türü bu sefer “hayırlı” cinsten bir nikahı, Gönenç ile Demokrasi evliliğini getiriyor. Eğer Kürtler namerde muhtaç olmayacak kadar gönence, kimliklerini gelecek kuşaklara korkmadan aktaracak kadar da demokrasiye kavuşurlarsa, çok büyük olasılıkla ayrı devlet arayışını bırakabilirler. AB adayı demokrat bir Türkiye içinde kalmak, geleceği Barzani-Talabani çatışmasına endeksli feodal bir K.Irak’a oranla her halükârda avantajlıdır.
Ama, yakılan köyüne dönmek istediğinde korucuların şerrine uğrayan Kürt için garanti veremem. Takımının batı deplasmanında tribünlerden yükselen (ve bölücülüğün dik âlâsı olan) ırkçı tezahürata toslayan Kürt için garanti veremem. Ağzını açtı mı ya “suç ve suçluyu övmek ve örgüt propagandası yapmak”tan (TCK 220), ya “devleti aşağılamak”tan (301), ya “askerlikten soğutmak”tan (318) yahut “kin ve düşmanlığa tahrik”ten (216) mahkemeyi boylayan Kürt için garanti veremem.
Kimse veremez. Bu riski alıyorsanız eğer, arkanıza yaslanın, pembe dizi devam ediyor.