Baskın Oran

Berlin’deki yargıçlar

Size anlatacaklarımın bugünle bir ilgisi yok. Çok eskide kalmış şeyler. Tarih sevmeyen okumasın. Lakabı “Büyük” olan Prusya Kralı Friedrich II (d. 1712), sanatçı ve filozof dostuydu. Zamanına göre, insan’a büyük değer verdi. İşkenceyi yasakladı, basına sansürü kaldırdı, dinsel ayrımcılığa son verdi, sürgündeki Prusyalı bilginleri ve yabancı bilim adamlarını Berlin Akademisi’nde topladı. Aydınlanma’nın önemli ismi Voltaire’le yıllar boyu mektuplaşması ünlüdür. Berlin yakınlarındaki Potsdam’a bakan bir tepe üzerinde yaptırdığı ve çok sevdiği küçük Sans Souci sarayında 1786’da öldü.

Bu saray ve öyküsü Büyük Friedrich kadar ünlüdür: Genişletmek için civardaki bir değirmeni istimlak etmek istiyor, değirmenci direniyor: “Berlin’de yargıçlar var!”. Tabii, işgüzar bürokrasi hemen “Derhal yıkalım efendim!”ci oluyor, ama Friedrich kendi getirdiği hukuk düzenini kendi sarayı için bozmayacaktır. Bugün bu değirmen, saray parkının içindeki limonluğun yanındadır.

Böyle oğlun babası

Büyük Friedrich’in belki de asıl büyüklüğü, insanların yüzüne bastonuyla vuran ve sokakta kadınları tekmeleyen aşırı gaddar bir babanın oğlu oluşundan geliyordu. Zamanında Prusya koyu bir despotizme gömülmüştü. Ama Prusya yargıçları kraldan da despot idiler. “Prusya’yı kurtarmak” amacıyla o yasaları olduğundan da katı uyguluyorlardı. Bunların içinde “Prusyalılığa hakaret”i cezalandıran Prusya Ceza Kanunu (PCK) Md. 103 de vardı.

Ülkenin ünlü yazarlarından biri bu maddeden Avrupa çapındaki ünü sayesinde yakayı zor sıyırmıştı ama, Yahudi azınlığa mensup bir gazeteci bu kadar şanslı olamadı. Adliye nazırının “Bu maddeyi kaldırmayız. Yargısal uygulamayı bekleyeceğiz” demesi üzerine 103’ten mahkum edilişinin ertesinde ensesinden üç kurşunla öldürüldü. Öldürülmeseydi, aleyhine açılmış başka bir davadan daha mahkum edilecekti. Bu dava, PCK’nın ‘yargılamayı etkileme’yi yasaklayan 882. maddesindendi. Gazeteci kendini savunan bir makale yazmış, bu da “yargılamayı etkileme” sayılmıştı. Yani o zamanki Prusya’da bir sanığın kendini savunması bile “mahkemeyi etkileme”ye girip ceza alıyordu. Anlayın artık; yargıçları böyle olan bir ülke.

PCK’nın yargıçlar tarafından amacını aşan biçimde uygulanan maddelerinden biri de “Halkı kin ve nefrete teşvik etme”yi cezalandıran 612. maddesiydi. İşin ilginci, Batı Avrupa’daki İngiltere ve Hollanda gibi nispeten liberal ülkelerin baskısıyla ve ülkedeki Yahudi azınlığın ezilmesini engellemek için getirilmiş bir maddeydi bu. Fakat Prusya adaleti onu tam tersine yani çoğunluk Almanların eleştirilmesi durumunda işletti ve ülkenin demokratikleşmesini isteyen bir “Azınlık Raporu” nedeniyle iki herr profesöre dava açtı.

Adamlar önce beraat ettiler. Sonra yüksek yargıçlar beraatı bozdu. Oysa, bizzat Md. 612 metninde cezalandırmanın ancak “kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde” mümkün olabileceği yazılıydı. Maddenin hukuki gerekçesi ise şöyle diyordu: 1) Madde sadece “şiddet içeren ya da şiddeti tavsiye eden tahrikler” kapsamında değerlendirilebilir. 2) Madde ancak “açık ve mevcut tehlike” durumunda uygulanabilir. Demek ki Prusya yüksek yargıçları, yazılmasını bizzat devletin talep ettiği 7 sayfalık resmî bir raporu ‘kamu güvenliğini ihlal eden açık, yakın, mevcut tehlike’ olarak görmüş, ‘şiddet içeren veya şiddeti tavsiye eden bir tahrik metni’ saymıştı. İki herr profesör sonunda beraat ettiler ama dört yıl süründükten sonra.

Aslında, özel sohbetlerde ‘Enfiye yasağında Prusya savcıları görevlerini yapmıyorlar’ veya ‘Prusya polisi yakalıyor, sonra bırakıyor. Bu nasıl iş?’ diyenlerin bile PCK Md. 103’ten yani devlete hakaretten mahkemeye verildiği bir ülkede dört yıl sürünüp beraat etmek ödüllendirilme sayılırdı.

Profesörlere kürsüden “Herr babalarının kim olduğunu öğrenmek istiyorlarsa frau analarına sorsunlar” diyen seçkin biri ise hakaretten beraat etti. Beraatın gerekçesi, bu cümlenin ifade hürriyeti içinde kabul edilmesiydi.

Nasıl böyle oldular?

Bugün tahlil edersek şu soru öne çıkıyor: Berlin’deki yargıçlar ülkelerini sevmiyorlar mıydı da bunları yaptılar? Hiç olur mu; tam tersine, çok seviyorlardı. Ama bu sevgileri, yüzyıllar sonra Steinbeck’in yazacağı Lennie’nin sevgisine benziyordu. Yani, aynı sonucu veriyordu.
Berlinli yargıçlar, despotizm giderse memleket de gider diye korkuyorlardı:

1) O zamanlar Prusya’da insan değil de devlet önemli olduğu için bu yargı hep birey’e karşı devlet’i savunan, devlet için korku veren hükümler veriyordu. Örneğin, ülkedeki Prusya vatandaşı Yahudileri vatandaş değil ‘yabancı’, kurdukları vakıfları da ‘yabancı vakıf’ saymış, bu vakıfların mallarına bedelini bile ödemeden el koymayı emretmişti.

Bir başka olayda Prusya ordusundan iki asker bir sivilin dükkanını bombalamıştı. Buna ahali tepki gösterince bir başka asker halkın üzerine ateş açarak bir kişiyi öldürmüş, beş kişiyi yaralamıştı. Bu dava sivil mahkemede görülürken yüksek yargıçlar davanın askerî mahkemeye gönderilmesine karar vermiş, sivil mahkeme buna direnmiş, ama heyet dağıtılıp yenisi atanınca dosyayı göndermişti. Askerî mahkeme devreye girer girmez bu iki asker tahliye edilmiş, ayrıca “uzak mesafeden geliyorlar” gerekçesiyle duruşmadan da vareste tutulmuşlardı. Halkın üzerine ateş eden asker ise daha ilk duruşmada serbest bırakıldı.

2) Yüksek yargıçlar Katolikliğin etkisinden korkuyorlardı. Nitekim, Papalık taraftarı olarak tanınan birinin göreve gelmesini engellemek amacıyla, karar için gerekli özel nisabın o toplantıyı başlatabilmek için de şart sayılmasına karar vermek gibi inanılmaz bir iş bile yapmışlardı.

3) Yüksek yargıçlar o zamanlar belli bir düzeye ulaşmış olan İngiltere’nin kendi ülkelerini etki altına alarak demokratlaştıracağından korkuyorlardı. Milli kalmak istiyorlardı.

4) Friedrich’in babasının despot idaresi bütün ana meseleleri halının altına süpürmüştü. Tabii, zamanla bunlar orada çürüyüp kokmaya, bu da ülkenin ödünü koparmaya başladı. Yüksek yargıçlar en çok korkanlar arasındaydılar. Ama, buldukları bütün çözüm, bunların tartışılmasını cezalandırmaktı. Üstelik, bununla da yetinmiyorlar, Gutenberg’in 1447’den beri hâlâ faal olan matbaasında bastırdıkları siyasi risaleleri de yayınlıyorlardı. Bir mahkeme yayınladığı zaman öbürü onu izliyor, arkalarından da bazı üniversite profesörleri kervana katılıyordu.

İşte despot babanın zamanı böyle bir zamandı. Oğlu da, zaten bunları bitirerek Alman insanına devletini sevdirdiği, yani bir değirmenciye bile “Berlin’de yargıçlar var!” dedirttiği için hâlâ “Büyük” diye anılıyor.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı