“İş çığırından çıktı!”. “Çizmeyi aştılar!”. “İzin yok!”. “Gerekeni yaparız!”. Şehre göçmüş bir ailenin kızı, eve çağrılmış bıçkın buzdolabı tamircisine kaçmış olsa, ancak bu tehditleri alır.
Oysa, tehditler gerçeği değiştirmez. Artık kız, ailenin bildiği ve kalmasını istediği “biçim”de değildir. Burada geriye dönüş olmaz. Ama, iki şeyden biri olur.
Bir ufak olasılıkla, aile meclisi toplanıp karar verir ve kız mezar çukuruna, aile üyeleri de mahpus damına girer.
Daha büyük olasılıkla ise, torun doğunca gençler çağrılıp el öptürülürler ve “affedilirler”. Burada, torunun doğması bahanedir. Aile, gerçeği zamanında kabul edememek yüzünden kaçırdığını, torun bahanesiyle telafi eder. Ama, zamanlama dünyanın en önemli şeyi olduğundan, damatları ne zaman isterse o zaman görebileceklerdir artık, kızlarını ve torunlarını…
Buzdolabı tamircisini T. Özal çağırdı. Baba Bush’a “Mister Prezidan Buş” diye telefon etti, Saddam’dan kaçarken sınırlarımızdan içeri canlarını atmış yarım milyon K. Irak Kürdünü (İran’a bir milyonu kaçmıştı ama o kimseden yardım istemedi), Irak sınırları içinde Amerikan uçaklarının koruduğu 160×50 millik bir “Güvenli Bölge” (Safe Haven) kurdurtarak oraya göndertti. Kürt devleti, Baba Bush’un aklında bile yokken, gözü kapalı sığırcık yavrusu biçiminde de olsa bu 160×50’nin teşkil ettiği rahimde oluştu.
Türkiye onu Çekiç Güç’le korudu. avucundan su verdi, kırmızı pasaport verdi. PKK’yı bölgede barındırtmamanın bedeliydi, bu. Kendi Kürt sorununu barışçı yoldan halledememenin bedeli.
Sonunda, ama kavgayla ama gürültüyle, çocuk yürümeye başlayınca Türkiye telaşlandı. K. Irak Kürtleri yalnızca PKK’yı orada yaşatmayacak kadar güçlenmeliydiler, kendi parlamentolarını kurup anayasalarını yapmaya başlayacak kadar değil.
Şimdi ise Oğul Bush, kendisinin evlere şenlik “terörle mücadele” programı sayesinde ete kemiğe bürünmeye başlayan bu oluşumu bir heyula gibi kullanıp, Irak’a yapacağı saldırıda Türkiye’yi istediği kıvama getirmeye çalışıyor. Bizde şafak attı; şimdi hesap yapıyoruz: Acaba K. Irak’a ABD saldırısı başladıktan sonra mı girmeli, yoksa başlamadan önce mi.
* * *
ABD saldırır, saldırmaz, daha belli değil çünkü astarının yüzünden pahalı çıkması olasılığı büyük. Ama, saldırmasa bile, bir Hegemon Güç bütün bu şamatayı hiçbir şey olmamış gibi bir anda kapatıp kabuğuna çekilemeyeceğinden, Saddam düzeninin bir biçimde değişeceği kesin. Herhalükârda, biçimi (özerk bölge, federe devlet, vs.) şimdiden bilinemez ama, K. Irak Kürtleri bir şekilde bir tür özerklik kazanacaklar.
Acaba, bu özerkliğin ebeliğini Amerika değil de Türkiye yapsa da dokuz aylık çocuğu istediği koşullarda koşullarla doğurtsa, çok mu kötü olur?
Çünkü, bebek sana rağmen doğduktan sonra adını senin koyman biraz zor. Kimsenin, hele Türkiye gibi İMF olmadan memur maaşları ödeyemeyecek bir devletin kendi sınırlarının dışında devlet kurdurmama lüksü yok. Üstelik, ABD şemsiyesinin altında kemikleşen bir oluşumu ilelebet engellemek im-kan-sız. Bunca “Çizmeyi aştılar” tehditlerini fiile dönüştürdüğünü düşünsen; Irak’ta kaç gün, kaç hafta, kaç ay, kaç yıl kalacaksın ve nasıl çıkacaksın? Fiile dönüştüremezsen, bu sefer “Kağıttan Kaplan” olacaksın. Sana rağmen kurulan düşman bir devletle burun buruna yaşamak derdi, cabası.
Oysa K. Irak Kürtlerinin şimdi en kritik zamanı. Saldırı sonrası düzen umurunda olmayan bir ABD’nin elinde oyuncaklar. En iyi olasılıkla karalara hapsedilmiş, dört düşman ülkeyle kuşatılmış, feodal didişmelerle sürgit yıpranan, Arapların kinine hedef bir özerklikleri olacak. Musul petrollerini ölseler kimse onlara yedirmez; en fazla, o da merkezî devletin verdiği sürece yüzde 13 pay alabilirler.
Bu ebelik rolüne aslında Suriye ile İran bayılır ama, birincisinin esamisi okunmaz, ikincisi ise “Haydut Devlet”. Oysa Türkiye tek “mümkün” komşu. K. Irak Kürtlerinin tek nefes alma alanı.
Böyle bir devlet veya federe devlet veya her ne ise; kurulunca Türkiyeli Kürtler hakkında irredantizm (onları da topraklarına katmak) emelleri beslemez mi? Benim ne diyeceğim yalnızca aile terbiyemle sınırlı ama, İsmet Paşa yaşasaydı buna en azından “Haydi canım sen de!” çekerdi. 3,5 milyonluk K. Irak Kürtleri, barış zamanında bile ordusu 600.000 olan 68 milyonluk Türkiye’den toprak koparacak? “Aman Allah, bu nasıl korkmak”?
Tabii, kendi televizyonumuzda Berivan dizisi oynarken Hakkari’de doğan bebeye Berivan adının konmasını nüfus memurumuz önlerse, üstüne üstelik bir de o baba Hakkari çöplüğünü karıştırmak zorundaysa, korkmakta haklıyız. Ama korkunun ecele faydası yok ki.
Oysa, bir paşamızın deyişiyle “akrabamız sayılır” bu insanların ebeliğine soyunmanın korkuya faydası olabilir. Belki de bu korku sayesinde Hakkarili babanın çocuğuna verdiği isme artık karışmayız, Kürtçe kursa Japonca kursuyla aynı muameleyi yaparız. Sonra, belki, belki, on yıl boyunca bu hazin savaşa harcadığımız 150 milyar doların onda birini Güneydoğu’da çukur açtırıp doldurtmaya harcar ve o babayı çöplükten kurtarırız.
O zaman gör bakalım bizim Kürtler, o alabildiğine yükselteceğimiz refah ve özgürlük eşiğinden aşağıya atlıyor mu. Aptal mı bu Türkiye Kürtleri?
Hadi, ben “vatan haini”yim. Amerika’daki bir öğrencimin bana yazdıklarıyla bitireyim de, vatanseverliğin ne olduğunu görünüz:
“Yeter ki biz demokrasimize ve insanlarımıza güvenelim, olur olmaz Sevr paranoyalarından kurtulalım. Müdahale edip ne yapacağız, yeni düşmanlar kazanacağız, İsrail’in Lübnan’da yaptığı hatayı tekrar edeceğiz, ekonomi daha berbat olacak, kendi ellerimizle K. Irak Kürtlerini Türkiye düşmanlarının ellerine teslim edeceğiz, soydaşlarımız Türkmenler bölge ahalisi tarafından “beşinci kol” ilan edilip muhtemelen etnik bir temizliğe kurban gidecek. Dünya bize ‘Kendi Kürtleriniz yetmedi şimdi de sağdaki soldaki Kürtlere mi sardınız’ diyecek. Ankara yanlış yapmaktadır; K. Irak acilen Türkiye’nin kontrol ve himayesine alınmalıdır. Türkiye kendi arka bahçesini başkasının sakar bahçıvanına emanet etmemelidir.”