Bodrum’un gitgide İstanbul’a benzediğini söylüyorlar. Türkbükü’nde “yan gelen” iki adet eteği yırtık-kafası pırtık hanım kızımız yaratıyorsa bu izlenimi, mümkündür. Ama size bu haftanın gazetelerinden ufak bir karşılaştırma yapabilirim. Önce İstanbul, sonra Bodrum.
***
İstanbul 30 Ağustos törenlerinde “İsrail Askeri Olmayacağız” diye pankart açan 4 genç linç edilmek istendi. Linçe teşebbüsten kimse gözaltına alınmadı. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah “Vatandaşınki güzel tepki” dedi. Arkasından, kendini şöyle savundu: “Linçe değil, tepkiye güzel dedim”. Cerrah hakkında bir inceleme veya soruşturma açılmadığı açıklandı (Radikal, 2.9.06).
Nisan 2006’da “Barbie” operasyonu sonrası daha mahkemeye bile çıkartılmamış kadınları afişe etmiş ve arkasından da “Polisimiz namuslu kişileri afişe etmez” diye tamamlamış olan Cerrah’ın, alışmışlık açısından, Emekli Korgeneral Altay Tokat’a benzediği ileri sürüldü. Ağustos 1989’da “Benim sistemim uygulansa burada insan değil, ot bile bitmez” demiş olan Tokat, İstanbul’da çıkan Aktüel dergisine Temmuz 2006’da da, güneydoğuya yeni gelen savcı ve yargıçları “Hizaya getirmek için evleri civarına birkaç bomba attırdım” demişti.
Her ikisinin de “Özrü kabahatinden büyük” deyiminin yanı sıra; biri mertlikten ve hırsızlıktan bahseden diğeri ise “O değil, bu” anlamına gelen iki halk deyimini akla getirdiği söylenebilirdi.
İstanbul’da Nakşibendilerin merkezi İsmailağa Camii vaizini bıçaklayan Mustafa Erdal cemaat tarafından oracıkta linç edildi. Polis olayın ardından şu açıklamayı yaptı: “Şahsın, kafasını mihraba vurarak olay yerinde öldüğü görülmüştür” (Hürriyet, 4.9.06). Dolayısıyla polis hiç kimseyi linçten gözaltına almadı.
***
“Merhaba arkadaşlar, nasılsınız? İyi günler. Tatilde misiniz? Çalışıyor musunuz? Nerede kalıyor veya çalışıyorsunuz? Kimliklerinizi görebilir miyiz?”
Bu sözler, Bodrum Paşatarlası plajında üstsüz güneşlenenleri yakın korumaya alan yağız gençlerimize, bisikletli polislerin yaklaşımı. Aynen bu sözcüklerle. Tanığım: Feyhan. Ve bizzat söylüyorum, çok etkili oluyor.
Marmaris ve Antalya’daki bomba olaylarından sonra Bodrum’da “sivil polis sayısı metrekarede üçe çıktı”. Söyleyen: Esnaf. Ama tek bir insana tek bir müdahale yok, bizzat görüyorum.
Nereden geliyor bu bükülgenlik, bilinen nedenlerle bu çok netameli kasabada? Dün kahvaltıya gelen Dalavera şiddet yüklü korkunç bir olayı anlatıyor:
“Benim abem Ahtapotçu Eşref var a? Onun adı nerden geliyo, biliyon ya? Bizim dayımız Eşref İtalyanlar zamanında Rados’ta dinamit atarkene bakıyo zaptiyeyle gümrükçü dolaşıyo ora. Hemen dinamitleri tenekenin (balık ızgarası) külüne gömüyo. Gümrükçü tekneye çıkınca kaptana ‘Yap bi gayfe de içelim’ diyo. Eşref dayım unutuyo. Kaptan tenekeyi yakıyo, Bumm! Bumm! Bumm! Bumm! Dört dane! Hepisi havaya uçuyolar, kol, bacak, balıklar, hepisi. Ondan sona ninem Asiye, hiç Türkçe öğrenmeden öldü, 97 yaşında gözlük takmadan iğne geçirirdi, ilk taksiyi Dr. Mümtaz Ataman getirdiğinde taksi diyemezdi ‘Kalomiri’ derdi, meseleyi duyuyo, söylüyo:
‘Şrefimu! / Apopu na se perimeno naeho / ti porta anihti ke to sofra stromeno’ (Eşrefim!” / Seni nerden bekleyem? / Kapıyı açık tutem, sofrayı kurem?)” (Dalavera’nın ne dediği her zaman anlaşılmaz; Rumcayı kontrol eden Yorgo Benlisoy’a teşekkürler )
“Şiddet” karşısında Bodrum polisiyle İstanbul polisini ve Bodrumlu bir annenin tepkisi ile bir İstanbul Emniyet Müdürünün tepkisini karşılaştırınız bakalım, iki şehir birbirine benziyor mu.
***
Şimdi ben bu karşılaştırmayı nasıl bitireyim? Hadi, Bodrumlu Neyzen Tevfik’in o unutulmaz deyişini biraz ehlileştirerek bitireyim:
“İnsanoğlu tuhaftır, her bi lafı kaldırmaz,
Nakşıbendi dersin kızar da, 30 Ağustos’a aldırmaz”