Baskın Oran

İran’da Allah’ın emri…

Bu yıl, Mülkiye 4. sınıftaki “Uluslararası Güncel Sorunlar” dersimde asistan Atay Akdevelioğlu İran’ı anlatmayı bitirdi, çocuklara şunu sordum:

“İran’daki rejim mi Türkiye’yi tehdit ediyor, Türkiye’deki rejim mi İran’ı tehdit ediyor. Bu soruyu alabildiğine geniş açıdan düşünün!”

İlk önce, medyanın ve genel havanın etkisiyle, İran rejiminin Türkiye için tehdit olduğunu söylediler.

Biraz düşünmelerini istedim:

“Dikkat edin; halk tarafından bu kadar tutulan, bu kadar katı bir rejim bile çanak anten ve video yasağını yürütemedi. Çünkü İran, dünyanın küreselleşmesine paralel olarak hızla burjuvalaşıyor. Yani, bir anlamda Türkiyeleşiyor”.

Bu dersimin konularını bizzat öğrenciler dönem başında seçer; konuyu en iyi bileni bulur, ona anlattırırız. Ben de anlatmadığım derslerde öğrencilerin arasına otururum. Kafalar dört bir yandan bana dönmüş, dinliyorlar:

“Yarın öbürgün mollaların bu diktatörlüğüne direniş başlayacak. Bakın, daha şimdiden Cumhurbaşkanı Hatemi bir muhalefet lideri gibi. Gittikçe daha fazla burjuva demokratik özgürlükler isteyecekler. Bundan sonrası çorap söküğüdür. Yani, ‘Türkiye’deki rejim’ ve benzerleridir İran rejimi için tehdit edici olan! Hangi rejim daha çağdaşsa, daha geri olan rejim için bir ‘tehlike’dir. Kural budur”.

Çarpıcı olsun ve akıllarında kalsın diye de, gülümseyerek şöyle ekledim:

“Yani, sizin anlayacağınız, bu iş İran’da Allah’ın emri!”

* * *

Tahran Üniversitesinden yükselen özgürlük şarkılarının gösterdiği de bu.

Dönüşü olmayan süreç başladı. İran burjuvalaştıkça özgürlük isteyecek. Her zamanki gibi tepki gençlerden başladı. Üstelik, 70’lerde nüfusu 40 milyon iken 27 milyar dolar olan petrol dışsatımı, 90’larda nüfus 60 milyona çıkmışken 17 milyara düştü; bunun getirdiği sosyo-ekonomik sorunlar da gençleri sokağa döküyor.

Bununla birlikte, iş bu kadar da basit değil tabii.

İran, katı molla rejiminin baskısından kurtulacak ama, bu Türkiye bile değil, “İran tipi” bir özgürlük olacak. Çünkü İran’ın özgün koşulları Türkiye’den de çok farklı. (Aşağıdaki maddeler, Türkiye’nin niye İran olmayacağının da izahıdır).

1) İran Batı’yla hiçbir zaman Türkiye kadar yoğun temasta olmadı. Olduğu zaman da bu çok olumsuz biçimde oldu.

2) İran hiçbir zaman Türkiye kadar kapitalistleşmedi. Tutunum ideolojisi din olan feodal bünye hep güçlü kaldı

3) İran’ın seçkinleri hiçbir zaman Türkiye’ninkiler kadar Batıcı fikirlerle yetişmedi.

4) İran hiçbir zaman Osmanlı’nın Bizans’tan alarak Türkiye’ye hediye ettiği çok önemli olayı, devlet’in din’i ve din adamlarını sürekli pençe altında tutmasını yaşamadı. Tam tersine, burada din adamları devleti sürekli pençe altında tuttular. İstemedikleri hükümdarlar devrili devriliverdi. Şah bunlardan sadece sonuncusudur.

5) Türkiye’nin aksine İran’daki din adamları memur değil, özerk mali kaynak sahibi oldular. O kadar ki,  “İslam’da ruhban yoktur” sözü İran için anlamsız kaldı. Şii ulema bal gibi bir “Kilise” kurumu oluşturdu. Bu kurum bir yandan halktan bağış topladı, bir yandan da elindeki vakıflarla muhtaçlara yardım ederek halkla bütünleşti.

6) Belki de bu özerkliğin bir sonucu olarak, İran’ın Şii uleması Türkiye’nin Sünni uleması gibi “içtihat kapısı”nı kapatıp kilidine kurşun dökmedi. Din’i yorumlayageldi. Tabii, bu sayede onu (ve tabii, kendini) güncel olaylar ve özellikle de rejimler karşısında canlı ve işlevsel tutmuş oldu. Örneğin Ali Şeriati gibiler, Şiiliği, Şah’ın Amerikancı diktatörlüğü karşısında sosyal adaleti ve anti emperyalizmi savunur hale soktular. Ali Şeriati Şah tarafından öldürtülmemiş olsaydı, medreseyi ancak belli bir seviyeye kadar okuyabilmiş mollalara dayalı olan bugünkü bağnaz rejim aleyhine yorum yapacaktı.

7) Bu sıcak Bodrum sabahakarşısında müsaade ederseniz artık sonuncusu ve herhalde en önemlisi: Şiilik, Türkiye’deki dinin aksine, ülkenin bütünlüğünü sürdüren en büyük, belki de tek unsur. Atay, bunu derste güzel anlattı.

İran’da inanılmaz oranda etnik azınlık var (en büyük etnik birim ve kesinlikle egemen unsur olan Farslar azınlıkta!). Üstelik bu azınlıklar hep sınırlarda yer alıyor ve bunların akrabaları da sınırın öbür yakasında yaşıyor.

Ama bütün bu nazik durumlara rağmen bu ülke yüzyıllardır aynı coğrafyayı koruyageldi. Bu azınlıklar kopup gitmediler.  Bir Hıristiyan ve Sünni okyanusundaki “Şiilik Adası” oluş korudu İran’ı dağılmaktan.

Belki tersi bir örnek bunu daha iyi anlatır: Tek ciddi azınlık sorunu, 1946’da Mahabat Cumhuriyetini kurmaya kadar giden Kürtler tarafından çıkartıldı ve Kürtler Sünni idi.

* * *

Evet, ne diyorduk, bu özgün koşullar nedeniyle, belki İran’da başını örtenler örtmeyenlerden hep daha fazla olacak. Ama İran bugünkü yarı-okumuş molla rejiminde fazla uzun takılıp kalmayacak. Liberalleşecek.

Zaten, İran’da sınıflar ulema’da yansımalarını bulduklarından, tek bir ulema yok. Toprak ağasının uleması başka, ticaret burjuvasınınki (“Çarşı”) başka. Yarı-okumuş mollaları arkasına alan Ayetullah Hamaney birinciyi, Cumhurbaşkanı Hatemi ikinciyi temsil ediyor.

Şimdi burjuvazi gelişiyor. Sanayi burjuvazisine dönüşüyor. Batıcı (“Kemalist”) seçkinlerin zayıf olduğu İran’a “demokrasi”yi mecburen bunların uleması getirecek.

Onun için de sınırlı olacak. Ama olacak. Allah’ın emri…

——————————————

Not: Polisin Tahran Üniversitesindeki mezalimi üzerine rektör ile 16 dekan protesto için istifa etti. İbret-i âlemdir! Bizde düşünebiliyor musunuz? Hatta, 5 Temmuz 99 tarihli basına göre, Zonguldak Karaelmas Üniversitesinden Yd. Doç. Dr. Arif Ereçin’in doktora tezi, eski dekan Prof. Dr. Rafet Evyapan tarafından DGM’ye ihbar edildi. Ayrıca, Prof. Evyapan, genç bilimadamını görevden attı. Profesör meslektaşımı ve Türk üniversitelerini kutlarım!

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı