16 Aralık 2001 Salı günkü Radikal gazetesinde haber:
“Londra – İngiltere Maliye Bakanı Gordon Brown, sadece Afganistan’ın yeniden inşası için değil, dünyada yoksulluğun 2015’e kadar yarıya indirilmesi amacıyla, 21. Yüzyıl Marshall Planı oluşturulmasını önerdi. Brown, Washington Basın Kulübündeki gün geceki konuşmasında, yoksulluğun azaltılması ve ülkelerin yeniden inşası için zengin ülkelerden ek mali destek istedi. Brown, kalkınmakta olan ülkelerin istikrar için yolsuzluklardan arındırılmış politikalar izleyip, dış ticarete açılmaları ve yatırımlar için elverişli ortam yaratmalarını önerdi. Brown, bunun karşılığında, zengin ülkelerin de fonları 2015’e kadar yılda 50 milyar dolar artırmaya hazırlanmalarını istedi. (aa)”
Gazetenin taa 11. sayfasının bir köşesine itilmiş ama, küreselleşme olayını yakından izleyen bendeniz için sekiz sütuna manşetlik, dört dörtlük muazzam bir haber bu. Doğrusu, bu kadar çabuk geleceği hiç beklemiyordum.
Eski yazılarımdan (en azından, beş hafta önceki Tanilli’nin kitabı yazısından) anımsayacaksınız. Küreselleşmenin (aynen 19. yüzyıldaki gibi) şu anda en azgın zamanını yaşadığını, doymak bilmez bir görgüsüz iştahla kürenin dört bir yanına saldırdığını, kâr hırsı içinde tüm insanî değerleri çiğneyip geçtiğini, tek odağının mal ve para olduğunu, ama böyle giderse sonunda mallarını satamaz duruma düşeceğini, çünkü yaratmakta olduğu tekelleşme, yayılma, işsizleştirme, fukaralaştırma dörtlüsünün sonucu olarak bir süre sonra mal satacak adam bulamayacağını, mal satabilmek için bir tür “uluslararası Keynescilik” uygulayarak insanların alım gücünü artırmak zorunda kalacağını… söyleyip durdum. En çok da, Mülkiye’deki derslerimde.
Tabii, küreselleşme (yani, nam-ı diğer, uluslararası kapitalizm) kalkıp da bunu mecburiyetten yaptığını söylemeyecek. Olayı, zengin ülkelerin fakir ülkeleri kalkındırması olarak sunacak.
Ellemeyin, sunsun. Bu öyle bir tiyatro ki, iyi oynarlarsa iki tarafa da yarayabilir. Yani, uluslararası ilişkiler terminolojisinde “sıfır toplamlı oyun” (zero sum game) denilen durum burada yok. Sıfır toplamlı oyun’da birinin kazandığı mutlaka öbürünün kaybettiğidir ki, küreselleşmenin şimdiye kadarki sonucu aynen bu oldu.
Niye ve nasıl iki tarafı da kazandırır? Zengin ülkeleri niye kazandıracağını yukarıda söyledik. Emme-basma tulumbadan su çekebilmek için bir bakraç su koyuyorlar. Fakirlerin kazanması ise, zenginlerin “fonları 2015’e kadar yılda 50 milyar dolar artırma”larından ileri gelmeyecek. Haberi bir daha okuyun. Fakir ülkelerin, “dış ticarete açılmaları ve [yabancı sermaye] yatırımlar[ı] için elverişli ortam yaratmaları” için ne önerdiğine iyi bakın: “Yolsuzluklardan arındırılmış politikalar izle”mek.
İşte, haberin en önemli yanı, bu. Uluslararası kapitalizm, fakir ülkelerin Batı mallarına mecburen kapanmalarını önlemek için, “dipsiz bir kova” olmaktan çıkarılmalarını istiyor. Çünkü verdikleri borçlar ânında hortumlamaya gidiyor. Bir bakraç suyun yan taraftan akıp gitmemesi gerekiyor.
Bu hortumlamaları, kapitalizmin ilk birikim (primitive accumulation) döneminde önlemenin imkanı ihtimali yok. Bu ABD’de de böyle olmuş. Geçen gün ya Discovery yada National Geographic’i seyrediyordum (zaten başka bişey seyrettiğim de yoktur), dedi ki, ABD’de iki okyanusu birleştiren demiryolları yapılırken devlet, demiryolu kumpanyalarına km başına (tam hatırlamıyorum, diyelim ki) 5000 dolar ucuz kredi açtı, bu kredi eğer yol yayladan geçiyorsa 15.000’e, dağdan geçiyorsa 25.000’e yükseliyordu. Ve ilave etti ki, demiryolu kumpanyaları federal devletin kilit bürokratlarını yemleyerek yolun büyük kısmını dağlardan geçirmiştir!
Kapitalist kalkınmada ilk birikim çok vahşi ve uzun olursa, ipin ucu elden kaçar. Aynen, Türkiye’deki gibi. Ama Türkiye’deki muazzam hortumlama öyle bir uluslararası ortama rastladı ki, uluslararası kapitalizm mal satacak adam bulabilmek için hortumlamanın artık sona erdirilmesini istiyor. Eğer bu olay Türkiye’yi (daha çook sürmesi beklenen) bu rezaletten kurtarabilirse, örneğin adam gibi bir ihale yasasının çıkmasını ve adam gibi bir denetim getirilmesini sağlayabilirse, çok yararlı olabilir. 19 Aralık tarihli Cumhuriyet’te Yalçın Doğan, euro’ya dönüştürülürken açığa çıkmasın diye, son aylarda Türkiye’den bavullarla kaçırılan 20 milyar mark tutarındaki kara paranın, 2002’de İMF’den gelecek krediye neredeyse eşit olduğu yazıyor.
Yeni çıkan Türk Dış Politikası kitabımızın Giriş bölümünde de uzun uzun yazdık. Çevre (fakir) ülkelerin yarı-çevre haline dönüşebilmeleri (bir miktar kalkınabilmeleri) için iki yöntem var: 1) İthal ikameci sınaileşmeyle ilk kalkışı yapmak ve uygun bir zamanlamayla ihracata yönelmek; 2) Hegemon Devlet (ekonomisi-ordusu-kültürüyle dünyaya söz geçiren devlet) tarafından Eksen Ülke (belli bir bölgede kendine partner) seçilerek elinden tutulmak.
Türkiye birinci yöntemi fena halde çuvalladı ve sonunda Özal tarafından yüzme öğrensin diye dipsiz ummana itildi ve bu yüzden bugün bu rezil haldeyiz. Şu sıralarda ABD bir yandan jeostratejik nedenlerle, bir yandan da Orta Doğu’da İsrail’in Eksen Ülkeliği yüzüne gözüne bulaştırması nedeniyle Türkiye’ye ciddi torpiller geçiyor. Arjantin resmen süründürülürken, Türkiye’ye (normalde verilmemesi gereken) krediler yağıyor. Bakalım bundan yararlanabilecek miyiz.
Nelerden medet umacak hale düşürüldük, varın anlayın.