Size bir fıkra. Pek tanınmış, ama pek güzeldir. Nasreddin Hoca sokakta giderken arkadan çakalın birisi yetişmiş, ensesine bi tane okkalı patlatmış. Hoca dönmüş, bakmış, tanımıyor. Oğlum, tanımadığın adama niye vurdun, diye sorunca, kusura bakma baba, birisine benzettim, cevabını almış. Hoca lahavle deyip yürümüş. Bikaç adım daha atmış ki, bitane daha! Yine aynı çakal. Bu sefer sinirlenip bağırınca, it ağzından baklayı çıkarmış: “Valla baba, sende bu ense, her şaplağa 1 altın veren bu adamda da –ileride sırıtmakta olan kabzımal kılıklı adamı göstermiş- bu adamda da bu kese varken, sen enseni şaplaktan zor kurtarırsın!”
Bu hukuk ve ahlak dışı saldırıda Türkiye’yi Nasreddin Hoca’nın yerine koyabilirsiniz. İşin asıl tatsız tarafı şu ki, şaplağı attıranın kesesine o altınları dolduran da bizzat Türkiye. Şundan:
1) 12 yıl kadar önce, 18 Temmuz 1991’de Dışişleri Bakanlığı, Saddam’dan Türkiye’ye sığınmış olan kuzey Irak Kürtlerinin geri gönderilmesi amacıyla T.Özal’ın isteğiyle sınırımızın hemen güneyinde oluşturulan Güvenli Bölge’yi korumak için, yine T.Özal’ın isteği üzerine, Çekiç Güç adlı yabancı kuvvete İncirlik ve Pirinçlik’e konuşlanma izni verildiğini, izin süresinin 30 Eylül 1991’de biteceğini ilan etti.
2) Altışar veya üçer aylık uzatmalarla tam 12 yıl süren bu izin sonucu Çekiç Güç Türkiye’de kaldı ve kuzey Irak Kürtlerini korudu. Barzani ve Talabani de zamanla parlamento, hükümet, ordu, yani fiilen devlet kurdu.
3) Çekiç Güç’le ilgili haberler epey rahatsızlık vericiydi. PKK’lılara helikopterden yardım malzemesi attığı, yaralılarını alıp götürdüğü bildiriliyordu. Hatta, bizzat Demirel, “Eğer doğruysa, gök kubbeyi Amerikalıların başlarına yıkarım” (Haziran 1992), “Çekiç Güç’e çıban dedi demeyin, ama bu böyle” (Ocak 1993) ve “Bizim müsaade ettiğimiz şemsiye altından yılanlar çıktı” (Mart 1995) diyordu. Ama Türkiye Çekiç Güç’e her seferinde mecburen izin verdi.
4) Mecburen verdi, çünkü kuzey Irak’ta üslenmiş olan PKK o sıralarda Türkiye’yi fena vuruyordu ve bölgeye girip onun yuvalarını “sıcak takip”le dağıtmak için ABD’den izin almak gerekiyordu; bu kadar basit.
İşte şimdi bütün dünyaya rağmen girip de engellemek istediğimiz Kürt devleti, iki buçuk aylığına gelen ve Türkiye’nin Kürt korkusu sayesinde 12 yıl kalan Çekiç Güç tarafından böyle korundu ve beslendi.
İşin daha da ilginç tarafı, bizde ders almak diye bir kavram da yok. ABD şimdi bu Kürtleri Saddam’a karşı diyerek silahlandırıyor, bunun üzerine biz yine, Kürt devleti kurulacak diye korkumuzdan kuzey Irak’a girmek istiyoruz, girmek için de yine ABD’nin izni lazım! Bu izni alabilmek için Meclislerden tezkereler geçirmeye çalışıyoruz, olmayınca hava sahaları açıyoruz, şimdi de göreceksiniz İncirlik’ten bombalama izni isteyecek ABD. Onu da vermek isteyeceğiz ve gerek ikili anlaşmalar gerekse NATO Antlaşması hiçbir biçimde müsaade etmediği halde vereceğiz. Çünkü tir tir titriyoruz: kuzey Irak’ta Kürt devleti kurulur diye.
Yani, bizde bu Kürt paranoyası varken, ABD’de de bunu kullanma becerisi, daha çook yeriz şaplakları. Daha çook geliriz şantajlara.
Bana çok koyan iki şey var.
1) Türkiye’de “milliyetçilik” adına bu ketempereye gelmeye memnuniyetle razı olan sürüyle “adam” var! Bunlara sorun, hâlâ Kürt sorununun, kuzey Irak’a girip, ABD’nin kuracağı federasyonun parçası olacak Kürt Federe Devletinin silahla önlenmesiyle halledileceğine inanırlar.
Bunlara sorun, kuzey Irak sorununun Türkiye için bir dış politika sorunu olduğunu sanırlar. Tamamen bir iç politika sorunu olduğunu hâlâ anlamazlar.
Hâlâ iddia ederler ki, PKK “dış mihraklar”ın eseridir. Hâlâ idrak edemezler ki, PKK 12 Eylül kafası sayesinde doğmuştur. Barışçıllar başta olmak üzere her türlü Kürt derneği ezilince, tek kurtulan, yeraltına inen PKK olmuştur ve bu sayede hareketin üzerinde tekel kurmuştur.
Bunlara sorun, PKK’nın korkunç güçlenmesinin yine 12 Eylül kafası sayesinde olduğunun farkında değillerdir. Diyarbakır Askerî Cezaevinde tutuklulara canlı fare yutturulunca, helâ yalatılınca, cop sokulunca, gençlerin hayalarına köpek saldırtılınca, o zamana kadar “Yapma Oğlum!” diyen ana-babaların, artık “Yap Oğlum!” demeye başladığını kafaları almaz.
Bunlar, Nutuk’ta geçen “İngiliz himayecileri” ve “Amerikan mandacıları”yla koyunkoyuna oldukları da bilmezler.
2) Kafaları aynı “gelişmişlik” düzeyinde bulunan kimi Amerikalı politikacılar, bu yumuşak karnımız sayesinde bizi burnumuzdan tutup istediklerini yaptırıyorlar. O düzeyi bir milletvekilinden bizzat dinledim: Geçen gün bir Amerikalı bir senatör geliyor, kendisini yemeğe çağırıyorlar, senatör soruyor: “Türkiye’de son zamanlarda bir anti-Amerikan hava seziyoruz, siz de aynı kanaatte misiniz?”. Tabii diye cevap alınca, şöyle diyor: “Haa, o zaman, Türkiye’deki public diplomacy (kamu diplomasisi) çabalarımızı artırmamız gerekiyor!”
Ben bu “kamu diplomasisi” kavramını ilk kez Türkçe bir makalenin başlığında görünce anlamamış, bunca yıldır mürekkep yaladığım halde bilmeyişimden utanmıştım. Okuyunca bir baktım ki, yazar bal gibi “propaganda”dan bahsediyor ve Amerikan kaynaklarından aktardığı için farkında bile değil! Senatörün farkında olduğundan da kuşkuluyum. Hani, kızları ilkokuldan arkadaş olan Temel ile Dursun uzun bir aradan sonra karşılaşmışlar. Temel, Dursun’a kızını sormuş, Dursun anlatmış: “İyi okudu şükür, şimdi büyük bir holdingin genel müdür sekreteri. Patronu kendisine çok değer veriyor. Durmadan maaşını artırıyor. Takılar alıyor. Bütün iş seyahatlerine götürüyor. Hatta maaşına ilaveten lojman bile tahsis etti”. Sonra sormuş: “Seninki ne yapıyor?”. Temel acı acı gülmüş: “Valla, benimki de orospu oldu ama, ben senin kadar güzel anlatamam”. Bu kalitede Senatör Dursun’lar tarafından ense’mizden tutulup sürükleniyoruz ve aslan milliyetçilerimiz onların arkasından koşuşturup Kürt devletini önlemeye çalışıyorlar…