Baskın Oran

Eleştiri ve özeleştiri

Bizim basında pek demokrasi aramayın. Demokrasiden söz etmeyi kimselere bırakmaz ama, kendi yapısı dizboyu diktatörlüktür. Gazete yazarlarının yazılarına müdahale edilir, basılan yazılara gazete içinden eleştiri yöneltilmez, bu yazılara gazete dışından gönderilen eleştiriler de basılmaz.

Aydınlık, geçenlerde bunun tersini yaptı. Benim Türk yöneticilerini aklın yoluna davet eden bir köşe yazım (30 Mayıs) ile Mehmet Bedri Gültekin’in ona “Yüz Çiçek” sütununda yönelttiği seviyeli eleştiri (1 Haziran) buna önayak oldu. Türk basını için gurur vesilesidir. Benim bugünkü bu yazıyı yazmamdaki amaç hem bu saptamayı yapmak, hem de söz konusu  köşe yazısında ileri sürülen fikirleri Gültekin dostumun eleştirisi ışığında açıklığa kavuşturmak.

1)  Özeleştiriyle başlamalıyım, çünkü hatam önemli. Laf arasında ve bir kez geçmiş olsa bile, “ölüm mangaları” deyimini öyle düşünmeden kullanmamalıydım. Gültekin doğru saptıyor; bu deyimin Latin Amerika’da özel bir anlamı var. Düzene karşı çarpışanları değil, düzen taraftarı faşist çeteleri anlatıyor. Tam tersine kullanmış oldum. Düşüncesizliğim için özür diliyorum.

2) PKK’nin terör örgütü mü, ulusal kurtuluş örgütü mü olduğunu tartışmıyorum. Bölge halkının  iki terör arasında “sandviç” olmasından söz ediyorum. Bu konuyu iyice açıklığa kavuşturmak gerek:

PKK tabii ki terör yapıyor. (Hem de nasıl: Yalnızca koruyucu ailelerini öldürmekle kalmıyor. Kürt milliyetçiliği tarihini bilenler bilir. Ankara’yla çarpışan Kürtler yalnızca subayları öldürürlerdi. Erleri ise öldürmez, silahına el koyup salarlardı. Bunun anlamı büyüktü ve kanımca onları da büyütüyordu. PKK ise      terhis olan erleri de vuruyor). Ama, PKK bu terörü durup dururken başlatmadı. PKK terörü aslında bir karşı-terör  olarak başladı. Devletin yıllar boyu yaptığı, 12 Eylül’ün de rezilini çıkardığı devlet terörü başlattı bunu. Şimdi de “askerî çözüm” histerisi besliyor. Ben madalyonun iki yüzünü böyle görüyorum.

3) Milliyetçiliği “ezilen ulus” ve “ezen ulus” diye ayırırken, acaba arası fazlasıyla ince olabilir mi, diye de düşünmek gerek. Mustafa Kemal hareketi örneğin 1922’de hangisine giriyordu? Peki ya 1925’te?

4) Tek sağlam birliktelik gönüllü birliktelik ise, tabii ki Kürtler karar vereceklerdir birlikte veya ayrı yaşamaya. Bunu tartışmak bile abes. Fakat, Türkler arasındaki milliyetçiliği hiçbir zaman desteklememiş (örneğin, Batı Trakya’nın Yunanistan’dan bağımsız olmasını isteyenlere karşı Batı Trakyalı Türkler için “Soyca Türk, dince Müslüman özgür bir Yunanistan yurttaşı” formülünü savunmuş) birisinden, Kürtler için “AGİK belgelerindeki kültürel hakları” azımsamasını beklemek niye? İki halkın birlikte yaşama olasılıkları tamamen tükendi mi ki? Bu ülkede bir Kürt, okulda kendi dilini okuyabilse, kendi televizyonunda konuşabilse, ayrılma dahil herşeyi tartışabildiği bir ortama kavuşsa, acaba hiç mi farketmez? Üstelik, “AGİK belgeleri” her devlete, bu haklardan çok daha ilerisini değil korumak, “yaratmak” görevini veriyor!

5) Benim derdim, bırakın Türk milliyetçiliği yapmayı, bu konuda Türk milliyetçiliğinin kabarmasını önlemek. Çünkü işler asıl o zaman karışacak. Bayramda Urla’daydım. Üç örnek vereceğim. a) Bizim sokaktan geçen at arabalı bahçıvan bir tarlasını sonbaharda satışa çıkarmıştı, Kürtlere satmıyor; b) Bir hukukçu arkadaşımın yazlık evine hırsız girdi, “Tabii kardeşim, civar inşaatlarda Karakafalar kaynıyor” dedi; c)  “Çekip gitsinler ve vize koyalım” lafını sakız etmiş İzmirlilerin bini bir para. PKK’nin şiddeti hele kentlerde tırmandırması, Türkiye’de faşizmi güçlendirecek.

Hatalarımı kabul ediyorum. Ama, konuyu çok yönlü görmek istemek yüzünden ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabilenlere biraz daha hoşgörülü olunabilse? Adım gibi biliyorum, birinci takım şimdi bu yazıyı okuyunca “Subayları hedef gösteriyor”  yorumunu yapıp bir dava daha açacak, ikinci takım da “PKK’ye terorist dedi” diyecek…

Önceki Yazı
Sonraki Yazı