“Olay”ı basın verdi. Ben görmedim; televizyonlar da vermiş.
2 Mart günü Diyarbakır’da Doğu Ergil ve Ali Bayramoğlu’yla birlikte TOBB’un “Doğu Raporu”nu tartışıyoruz. Doğu Raporu ilk kez “Doğu”da tartışılıyor!
32 yıldır açıkoturum izlerim, 20 yılı aşkın zamandır da açıkoturumlara katılırım, böyle kalabalığı hiç görmedim. Salonda oturacak ve ayakta duracak yer yok, girişteki geniş hole kapalı devre televizyon konmuş, “Ziya Gökalp Kültür Sitesi”ne giremeyip dışarda kalanlar ise hoparlörden takip ediyor.
Diyarbakır’da olağan olduğu anlaşılan elektrik kesintilerine rağmen sonunda tamamlanan birinci tur konuşmalardan sonra, yazılı sorular geldi. Önce D.Ergil konuşuyor. Anlaşılan, üçümüze de gelen sorular temelde aynı: Bölgedeki devlet baskısından acı acı şikayet. Bu şikayetlerin en sonuna da, soru yapmak için, “mi?” eki eklenmiş. Bana gelen 26 sorudan çıkardığım tipik “soru” şöyle:
“Terör örgütünden bahsettiniz. Bahsettiğiniz örgüt halkın temsilcisidir. Sorunu onlar gündemleştirdi. Siz bu halka terör[ist] diyorsunuz. Asıl terörist devlet değil midir?”
Ben, sıram gelince şöyle bir terorist tanımı yapacağım:
“Bir görüşü kabul ettirmek yada bir görüşün ifade edilmesini engellemek için kaba kuvvet kullanan birey ve kurumlar terörcüdür”.
Şunu da ekleyerek: “Bundan daha fazla bişey söylemek gereksizdir, dinleyenlerin zekâsına hakarettir”.
Ama, devletin Kürt Sorununa şimdiye kadar “silahlı çözüm”den başka yaklaşım göstermediğini en fazla eleştirmiş kişilerden D.Ergil biraz daha sabırsız davranıyor ve açık açık, “PKK terörcü bir örgüttür” diyor.
Aynı anda da, elini, üzerinde su sürahisi ve bardaklar duran masaya vuruyor. Camlar şangur şungur ötüyor. Söylediği cümleyi amacın ötesinde katmerleştirerek.
Bir an. Kısa bir an. Sonra, salondan birkaç kişi sessizce ayağa kalkıyor, büyük güçlükle çıkış kapısına yürümeye başlıyor, arkasından birkaç kişi daha onlara katılıyor, arkasından, birkaç dakika içinde ana salonun beşte dördü sessizce dışarı çıkıyor. Salonda, D.Ergil’in soru-cevaplara devam eden mikrofondaki sesinin yanısıra, bir de, bir hanım televizyon muhabirinin dışarı çıkanlara yönelttiği “Salonu niçin terkediyorsunuz, salonu niçin terkediyorsunuz?” sorusu duyuluyor.
Sonradan, televizyon konmuş hole baktığımda, orayı da bomboş göreceğim.
“Olay”, bu.
Sıra bana gelince, “Düşündüklerini bizden aynen duyamadıkları için salonu terketmek yüzünden, bu soruları soranlar bunları ne yazık ki duyamadılar” diyerek bütün “soru”ları tek tek okuyorum.
Açıkoturumu yöneten Avukat Ali Bey son sözü söylüyor: “İfade özgürlüğünü savunanların, başkalarının fikirlerine tahammülsüz davranması üzücücür”.
Kalkılırken, “Bir saniyenizi rica edeceğim” diyerek şöyle ekleyeceğim:
“Düşündüklerini bizden aynen duyamayınca salonu terketmek yolunu seçen arkadaşlar, bu arada unutmamak lazım ki, bir tür protesto haklarını kullandılar ve bunu slogan atmadan, ortalığı karıştırmadan, son derece sessiz bir biçimde yaptılar. Dinlemeyi seçenlerin dinleme hakkını zedelemediler. Bu bakımdan kendilerine teşekkür ediyoruz”.
Diğer iki konuşmacı arkadaşımın da duygu ve düşüncelerini temsil eden bu sözler alkışlanacak.
Hep birlikte çıkılırken, kısa boylu sevimli bir hanım yanıma yaklaşacak, tebrik edecek ve şöyle diyecek:
“Hocam, Doğu Hocanın söylediklerinden ziyade söyleyiş biçimi bizi üzdü. Salonu terkediş bundan oldu. Benim de eniştemi geceyarısı alıp götürdüler; bir daha haber alamadık. Bu salondakilerin kaç tanesinin aynı durumda olduklarını bir bilseniz…”
Arabalara biniyoruz ve otelimize dönüyoruz.
Diyarbakır’ın, üzerlerinde “Ne Mutlu Türküm Diyene”, “Vatan Sevgisi Ruhları Kirden Kurtaran En Kuvvetli Rüzgardır”, “Milli Hudut Dahilinde Vatan Bir Bütündür” cümleleri yazan taklarla süslü ana caddesinden geçerek.
Ertesi gün, Diyarbakır’ı dolaşıp, buraya gelmeden önceki düşüncelerimle burada gördüklerimi bir karşılaştırma olanağı bulacağım. Size gelecek hafta bu izlenimlerimi anlatmayı düşünüyorum.
Bir de, görüştüğümüz Diyarbakır Valisi Doğan Hatipoğlu’nu.