Baskın Oran

Diyarbakır’da akla ziyan bir olay

Aşağıda yazacaklarıma inanmayabilirsiniz. Oha birader, o kadar da olur muymuş, diyebilirsiniz. Tabii, Agos’un çıkacağı 30 Mart Cuma gününe kadar gazeteler cayır cayır yazmazsa.

Olay şu: Server (Tanilli) ağabey 23 Mart Cuma günü Cumhuriyet’deki köşesinde “Nevruz Şenliğinde, Diyarbakır’da” başlıklı bir yazı yazdı: Kürtlerin sükunet içinde bir Nevruz kutlamalarının, devletin de anlamsız baskı yapmamasının özlemi ve ütopyasını yansıtıyor. Doğrusu, Server ağabeyin coşkulu doğasına da pek yakışmış. Neyse, değer yargılarını bırakıp pasajlar vereyim yazıyı kaçırmışlar için:

21 Mart Nevruz şenliğine katılmak için gitmiştim (…) Şenlik, kentin en büyük meydanında, sabah 10’da başladı (…) Belediye Başkanı Feridun Çelik’in (…) pek anlamlıydı söyledikleri: Barışa, kardeşliğe, özgürlüğe, birliğe çağrıda bulundu (…) O binlerce insan orta yerde bir halaya yer açtı (…) halay (…) bin kişilik oldu (…) o halaya daha büyük bir halay eklendi, ona da başkaları. Bütün meydan dönüyordu (…) Öğleden sonra bir panele katıldım (…) Panelden sonra Dicle Üniversitesine gittik. Anlamlı bir şeye karar vermiş üniversite: Bir Kürt dili ve edebiyatı bölümü açmak! Törenle açtık da. Doğaldır ki, bir noktada hayrete de düştüm: Diyarbakır gibi bir yerde yıllardır görev yapan bir üniversitede böyle bir bölüm nasıl olmuş da bugüne değin akıl edilememiş. Bir çift söz de bana bırakıldığında, hayretimi dile getirdim; bu son girişimin sahiplerini de kutladım (…) Akşamleyin, pek modern bir sinemaya, Dilan’a götürdüler: Mem-u Zin vardı perdede. Kürtçeydi, altyazıları da Türkçe (…) Ertesi gün Strasbourg’a döndüm.”

Bundan sonraki olayları dinleyin:

Yazının çıktığı gün, Diyarbakır resmen birbirine giriyor. İster inanın ister inanmayın, üniversite rektörlüğünün telefonları cayır cayır çalmaya başlıyor: Başta YÖK, bu konuyla ilgilenebilecek ne kadar resmî kurum varsa, hepsinden. Yanlarında değildim ama, ortak olarak söylenenin şu olduğu anlaşılıyor:

“Kardeşim siz uyuyor musunuz? Adam geliyor, üniversitede böyle bir konuşma yapıyor, sizin ruhunuz bile duymuyor! Nasıl bizim haberimiz olmadan davet edersiniz? Nasıl böyle hassas bir günde böylesine bir konuşma yaptırırsınız?!”

Yine yanlarında değildim ama, rektörlük yetkililerinin verdikleri cevabı yazmak için müneccim olmaya gerek yok herhalde:

“Efendim, katiyen böyle bişey olmadı. Olsaydı haberimiz olmaz mıydı? Mutlaka bizden izin almaları gerekirdi. Böyle bir izin verilmemiştir. Böyle bişey kesinlikle olmamıştır. Hayır, o yazıyı okumadık, ama böyle bir yazı varsa bile gerçek değildir efendim, yalandır.”

* * *

Diyarbakır’da kent meydanı denebilecek bir yer bulunmamasının ve ayrıca her kentte Nevruz’un kent dışında kutlanmış olmasının yanı sıra, bir defa, Dilan sinemasında bir Kürtçe film oynuyor ve devletin haberi olmuyor. İkincisi, böylesine hassas bir kente böylesine tanınmış bir profesör ve yazar konuşma yapmaya geliyor ve devlet duymuyor. Server ağabeyin binde biri kadar tanınmış olmayan bendeniz Diyarbakır’a şimdiye kadar iki kez konferans vermeye gittim, ikisinde de valilik birkaç gün öncesinden nüfus cüzdanımın ön ve arka fotokopilerini istedi izin vermek için. Bu işler böyle hassas bölgelerde sıkı merasime tâbi. Üçüncüsü, böylesine meraklı bir YÖK düzeninde, bırakınız bir bölüm açmayı, Mülkiye’de yıllardır fiilen haftada 4 saat veregeldiğim Uluslararası Güncel Sorunlar dersini programda da haftada 3’ten 4 saate çıkartabilmek için tam dört yıldır uğraşıyoruz, galiba bu yıl gerçekleşecek. Olayımızda, hem de Diyarbakır’da ve hem de Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü büyük bir törenle açılıyor, YÖK’ün haberi yok. Yahu, yazının hiçbir yerinde uyanmasan, burasında uyanmak kaçınılmaz gibi geliyor.

Ve nihayet, bütün bunları, yurt dışından gelen ve örneğin evinden Strasbourg kent merkezindeki lokantaya veya araştırma enstitüsüne tekerlekli iskemlesiyle gidebilmesi için özel donanımlı bir minibüs gereken Server Tanilli hoca yapıyor.

Rahmetli Muammer (Aksoy) hoca biz Mülkiye birinci sınıftayken, polislerin gelip Larousse’a (La Rus diye!) el koyduklarını anlatırdı, yıl 1964, biz de espri niyetine dinler kah kah gülerdik. Bu onunla mukayese bile edilmez. Yattığı yerden kızmasın bana ama, Aziz Nesin üstadımın bütün başyapıtlarını da geçti. Alis Harikalar Diyarında, çocukluğumda okuduğum Cingöz Recai Nat Pinkerton’a Karşı, ve saire, onları hiç hesaba koymuyorum.

Şimdi, benim merak ettiğim konu şu: Olayla ilgilenebileceğini düşünebileceğiniz bu resmî kurumlar acaba bir de Dilan sinemasına telefon edip, “Siz nasıl Türkçe altyazılı Kürtçe bir film oynatırsınız, bu nasıl iştir?!” deyip, sinema işleticisi her kim ise o zat-ı muhteremin de küçük dilini yutmasına sebep olmuşlar mıdır.

Ama yok yok, vazgeçtim, esas merak ettiğim YÖK. “Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü” diye bir bölümün kendi izni olmadan Diyarbakır’da açılmış olabileceğine YÖK’ün inanmış olması  acaba nasıl bişi? Acemi TV muhabirlerinin deyişiyle, “Nasıl bi duygu?” Bir ütopya sonucu kara mizah’ın bu kadarı nasıl olabiliyor? Ne kadar şaşırtıcı, ne kadar özel bir ülkesin, canım Türkiyem, sen nelere kadirsin…

—————————–

Not: Bu yazıyı yazdıktan sonra iki şey daha duydum:

1) Dicle Üniversitesi, Prof. Dr. Server Tanilli’yi mahkemeye veriyormuş, çünkü vermezse kendileri mahkemeye verilecekmiş. Kim verecekmiş, neye dayanarak verecekmiş, nasıl şey, olabilir mi, vallahi bilemiyorum, “Burası Türkiye”.

2) Cumhuriyet gazetesi bu konuda bir “açıklama” yayınlayacakmış. Herhalde, şu şu tarihte şu yazarımızın yazmış olduğu yazı bir hayal mahsulüdür, görülen lüzum üzerine okurlarımıza açıklarız, denebilir; bu kadarı olduktan sonra niye olmasın, o da olur…

Önceki Yazı
Sonraki Yazı