Baskın Oran

Dışişleri Bakanlığına neler oluyor?

İşin içinden çıkamıyorum; iyi tanıdığımı sandığım Dışişleri Bakanlığına şu sıralarda acayip bişeyler oluyor.

Eskiden, devletin hâlâ ciddiyet taşıdığı 20 yıl öncesi, bu memleket 3 bakanlık üzerine otururdu: İçişleri, Maliye ve Dışişleri. Üçünü de, aynı Fakülte’den çıkmış bürokratlar yönetirdi:

Kamu çıkarı denen artık “demode” (hatta, “zararlı”) kavramın öğrenciye aşılanmasını hâlâ en önemli ilke sayan Mülkiye’nin mezunları.

12 Eylül’le birlikte birincisine sağcı (hatta dinci) militanlar egemen kılındı, ikincisi teknik bir bakanlık olduğu için ancak birkaç parçaya (Hazine, Dış Ticaret, vb.) bölünerek pasifize edilebildi, üçüncüsü ise iyice teknik olduğu için Özal tarafından ancak baypas yapılarak tasfiye edildi. Büyükelçilerin yerine işadamları gönderilivermişti.

Bugün İçişleri ve Maliye bitmiştir, ama işler öyle yürümediği için Dışişleri hâlâ yerinde. Çok somut nedenlerle, dimdik ayakta:

  1. a) Türkiye çapında gerçekten en (hatta, tek) iyi yetişmiş kadro olan personelini, biraz da (o zaman zaman tepki çeken) elitist geleneğini kullanarak, Türkiye’nin yozlaştırıcı ve yoz iç politikasından korumayı bildi.
  2. b) Aşırı teknik bir bakanlık. Uğraştığı konular öyle imanla, palavrayla, kırolukla yürütülecek cinsten değil. Her an uluslararası çapta kişilerle, kurumlarla, sorunlarla ve üstelik yabancı dilde boğuşmak, alimallah, yukardaki üç nitelikle işe girişeni rezil ediverir de, anlamaz bile.

Bu gibi nedenler sayesinde Dışişleri Bakanlığı, o kadar komploya rağmen hâlâ ayakta. Ama son zamanlarda acayip bir tutuma girdi:

Genelkurmay’ın güneydoğudaki iç savaşta fizik ve aklî dengesini yitirmişler için rehabilitasyon merkezi kurmakta olduğu bir dönemde, Türkiye’deki işkence kurbanları için tedavi merkezleri kurmuş olan Türkiye İnsan Hakları Vakfıyla (TİHV) uğraşıyor!

27 Nisan tarihli “Genelkurmay’ın Rehabilitasyon Merkezi” başlıklı yazımda da sözünü ettim: Dışişleri Bakanlığı, 29 Ocak 1996 tarihinde gizli bir yazı yolluyor. Nereye? MİT’e, MGK Genel Sekreterliğine ve bir de İçişleri, Adalet ve Sağlık bakanlıklarına. 164-1037 sayılı bu gizli yazıda İşkence Tedavi Merkezleri kurduğu gerekçesiyle TİHV’yi ihbar ediyor, cezalandırılmasını istiyor!

Bu nasıl iş? Biçok açıdan nasıl iş?

1) Türkiye’deki işkence uygulaması, bizzat Birleşmiş Milletlerin kurup yolladığı Komisyon tarafından “düzenli ve yaygın” ilan edilmişken (bkz., “İşkence ve Başka Zalimce, İnsanlıkdışı yada Onurkırıcı Davranış yada Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi”nin 20. maddesi uyarınca kurulan Komisyon’un Kasım 1993 tarihli raporu, para.58), Türkiye’nin Gümrük Birliğine alınmasından bikaç gün sonra böyle bir davranışa girmenin mantığı nasıl iş?

2) Bakanlık sözcü yardımcısı 13 Mayıs tarihli basın toplantısında: “Çalışmalarını sürdürebilirler; ama başvuru olmadığı için yasal değiller. Bu tür merkezler medenî ülkelerde yönetimin sıkı denetimi altındadırlar” diyor.

Yahu, bu nasıl demeç? Hangi biyerini düzelteyim?

Bikere, mahkemede görülmekte olan bir dava varken, Dışişleri nasıl kalkıp da davanın sanığını hem de bir basın toplantısında suçluyor? Yargıç ve savcıları nasıl cesaret edip yönlendiriyor? Anayasanın 138. maddesini bile mi okumamış? Üstelik, Cumhuriyet’ten Ufuk Tekin’in 12 Mayıs tarihli yazısını okuyun, öyle bir acayip konuda ki, dava açılan üç kentte (Adana, Ankara, İzmir) savcılar üç ayrı kanaatta. Birincisinde dava açılmış, ikincisinde ek bilgi istenmiş, üçüncüsünde takipsizlik verilmiş!

İkincisi, bu memlekette ne yasal acaba?

Bu memleket, Başbakan Çiller’in DYP propagandası yaptırmak için Örtülü Ödenek’i kullandığı, üstelik bu parayı da dolandırıcılara kaptırdığı, dolandırıcıların da televizyon programlarında “Hiç utanmadınız mı?” sorusuna rahat rahat: “Başka ülkede olsaydı utanırdık, ama Türkiye’de hiç utanmadık” yanıtını verdiği bir memleket. (Tabii, yukarıda sorunun M.Ali Birand tarafından sorulmuş olması da ayrı bir “yasallık” ya, neyse).

Bu memleket, yasa yapmak için gerekli çoğunluk kaçtır, onu hesap edemeyen bir Meclis’in memleketi!

Üçüncüsü, “medenî memleketler”de böyle merkezler ne gezer? Danimarka örneği vardır ama, bizimki gibi medeni olmayan memleketlerde kurulamadığı için vardır ve bizimki gibi memleketlerdeki işkence kurbanlarını tedavi eder.

Üstelik, “medenî memleketler”deki insan hakları kuruluşlarından geçen hafta yağmaya başlayan tepki mektuplarını Dışişleri’nin nasıl yorumladığı da merak konusu.

Dördüncüsü, Türkiye’de bir derneğin usulüne uygun başvuru yapıp yapmadığını ne zamandan beri Dışişleri Bakanlığı denetlemeye (ve ihbar etmeye) başladı? Dışişleri MİT’e başkan verdi ama, bizzat kendisinin MİT’e dönüştüğünü duymamıştım.

3) Dışişleri, iç politikanın batağına bulaşmaktan kendini şimdiye kadar dikkatle korumuştu. Şimdi iç politikanın en bataklık yerine balıklama dalmanın mantığı ne? Eğer sebep devletin kimi yerlerinden gelen hukuk dışı bir baskıysa, bunca şeye direnen Dışişleri, durup durup da, böylesine pis bir konuda mı teslim oldu?

Dünyanın Ortadoğu gibi en berbat bir bölgesinde, böylesine zor bir dış politikayı kan ter içinde böylesine başarıyla yürütürken, Yunan diplomatlarından çekmediğini Türkiye’deki insan hakları ihlallerinden çeken Dışişleri Bakanlığı, kalkıp da, Türkiye’de işkence kurbanlarının yaralarını sarmaya çalışan TİHV’nin “muhbir vatandaş”ı mı olacaktı?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı