Baskın Oran

Kürtlere Kemalizm, Türklere İslam mı?

Geçtiğimiz cumartesi akşamı, çok az yaptığım bir işi yapıyorum ve televizyonu açıyorum. Anlaşılan, bir haberi ortasında yakaladım. Ekrandaki zata bir mikrofon uzatılıyor, alttaki kuşakta “Kocaeli Valisi” yazıyor ve vali bey konuşmaya başlıyor:

“Bir örgüt bağlantısı yoktur”. Bir-iki saniye duruyor, tekrardan alıyor:

“Bir örgüt bağlantısı tesbit edilememiştir”. Yine araya reklam alır gibi bir duraklıyor ve sonra üçüncü cümlesini söylüyor:

“Bize bireysel bir eylem gözüküyor”.

Allah Allah, diyorum, demek bir sağcı bir suç işledi!

İzleyen saniyelerde,  şeriatçı olduğu ertesi gün ortaya çıkacak birinin suikast girişiminden sözeden bir haber seyrettiğimin farkına varacağım…

(Kime mi suikast? Hani, 1970’lerde başbakanken, “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz!” diyen Cumhurbaşkanı Demirel’e! Ey zındıklar, alın size, Allah’ın varlığına en iyi kanıt).

Kaç yıldır, bizim Fakülte’deki çocuklara Türkiye’nin resmî ideolojisinden sözederken, bu resmî ideolojinin ne olduğunu anlatmakta güçlük çekmekteyim. Kemalizm midir bu ideoloji? Kemalizmdir desem,  şimdi kalkacaklar, sen ne diyorsun hocam deyip lafı ağzıma tıkacaklar. Çünkü devletin valisi kalkmış, olay hakkında demeç veriyor, konuşmasının ilk üç cümlesi sanığın örgüt bağlantısı olmadığına ilişkin! Çünkü örgüt bağlantısı yoksa,  adam az bir ceza alıp yakayı sıyıracak.

Acaba vali bey daha neyin ne olduğu belli olmadan, olay yeni patlamışken hemen nasıl öğrendi örgüt işi olmadığını? Hani, örgüt işi olduğunu hemen söylemek mümkün de, örgüt işi olmadığını söylemek mümkün değil. Çünkü bişey (burada, “örgüt ilişkisi”) varsa ve saptanmışsa tamamdır. Ama, bişey o anda yoksa iki gün sonra ortaya çıkabilir, öyle değil mi?

Devletin valisi, evinde iki ayrı mescit bulunan bu suikastçı dinci vatandaşı neredeyse “içgüdüsel” biçimde korumayı ihmal etmiyor ama, izleyen günlerde öğreniyoruz ki, devletin başka kurumları devleti ve milleti korumayı ihmal edebiliyor. Hem de nasıl ihmal etmek!

1) Sayın suikastçı üniversitede okurken iki arkadaşını yaralamış, arkasından bir de yakın arkadaşını öldürmüş (hey dinine maşallah!), bu yüzden 20 yıla mahkum olmuş ama, suikastta kullandığı silahına devletin İçişleri Bakanlığı üçüncü kez ruhsat  vermiş! Çünkü dosyasında yalnızca 6 ay ceza aldığı yazılı ve bıçaklama suçlarından da hiç bahis yok.

2) Sayın suikastçı, bir işyeri sahibi. İşyerinin açılabilmesi için getirdiği sabıka kaydı tertemiz. Çünkü devletin Adalet Bakanlığı “Sabıkasızdır” diye belge vermiş. Ayrıca, akıl hastası raporu bulunduğu için askerlikten bağışık tutulmuş. Ama, işyerine dikkat: Bir eczane. Adam eczacı. Yani, devlet denilen kurumun millete zehirli ve uyuşturucu madde satma yetkisine sahip kıldığı kişi!

3) Sayın suikastçı, ilk şoku atlattıktan sonra, “Ben cumhurbaşkanını vurmayacaktım. Sadece protesto için havaya ateş edecektim” diyor. Der. Kendini kendini suçlamaya kimse zorlanamaz. Ama, işin ilginç tarafı, devletin “Deneyimli polisler”i, silah çekme pozisyonunun bu ifadeyi inandırıcı kıldığını söylüyorlar! (Yeni Yüzyıl, 20 Mayıs 1996)

Şimdi, bütün bunlar birer rastlantı ise yada devletin genel laçkalığından kaynaklanıyor ise, ben de Napolyon’um.

Çünkü, herkes gibi ben de bilirim ki böyle rastlantılar ve laçkalıklar “suçlu” kişi solcumsu biriyse hiç sözkonusu olmaz ve devlet hâzâ dipçik kesilerek suçluyu gözünden tanıyıverir! Örnek mi istiyorsunuz? Buyrun:

Bütün gazeteler ve çoğu kitaplar İstanbul’da çıktığı için, “Fikir suçu” konusunda Türkiye’nin belki de en yetkili kişisi sayılabilecek, İstanbul Adliyesi Basın Savcısı Cevat Özel bakın ne diyor:

“Ben şüpheli kitabı kapağından tanırım” (Milliyet, 28 Ekim 1994).

Gerçi, 71 yaşındaki Abdullah Rıza Ergüven’in Berfin Yayınları’ndan çıkan “Yasak Tümceler” adlı romanının kapağı soyut bir resimden ibaret ama, Sayın Savcı buna rağmen kitabın suçlu olduğunu anlamış. İddianamede şöyle diyor:

“Tanrı’ların insanlar tarafından yaratıldığı, Tanrı’nın yanlışlar yaptığı, (…) cennet şenlikleriyle kandırılan insanların cehennem işkenceleriyle yakıldıkları, (…) ezan, namaz, oruç, abdest gibi kavramların ve inanışların Güneş tapımı kökenli olduğu (…) gibi hakaretamiz ibarelere ve düşüncelere yer verilmek sureti ile müsnet suçun (Basın yoluyla Allah’a, dine, peygambere, kutsal kitaba hakaret) işlendiği kanaatına varılmış bulunmaktadır”.

Tabii, bunları bilimsel bir belgeye dayanarak söylüyor: “Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı, İslam Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Salih Tuğ”dan bilirkişi raporu istemiş, sayın profesör de, yine iddianamede belirtildiği gibi, “oniki sahifeden ibaret raporunu gayet detaylı ve doyurucu bir şekilde tanzim ederek memuriyetimize ibraz” eylemiş.

İsveç’te yaşayan 71’lik Abdullah Rıza Ergüven, Türkiye’de yaşayanlar cezadan kurtulmak için tümen tümen yurtdışına kaçarken, iki yıldır devam eden davasının duruşmasında bulunmak için geçenlerde kalkıp İstanbul’a geldi. 24 Nisan 1996 tarihinde sekiz sayfalık zehirzemberek bir savunma yaptı.

Bu destansı olayı başka bigün yazacağım. Şimdi lafı karıştırtmayın.

Bileniniz varsa, söyleyin bana: Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî ideolojisi ne? Kürtlere karşı Kemalizm, Türklere karşı İslam falan gibi bişey mi? Söyleyiverin, çünkü eli kulağındadır, Mülkiye’deki çocuklar bugün yarın sorarlar!

Önceki Yazı
Sonraki Yazı